Abdulkadir Menek
İslam Sembolleriyle Süslü Bir Dünya Şehri: İstanbul (III)
İstanbul’un müstesna ve sembol mekânlarından birisi de hiç şüphesiz Topkapı Sarayı’nda bir büyük ve muhteşem tarihi sinesinde muhafaza eden ve insanlığın ibret nazarlarına sunan Topkapı Müzesi’dir. Topkapı Sarayı, İstanbul’un fethinin hemen ardından Fatih Sultan Mehmed tarafından 1460 yılında inşa edilmeye başlanmış ve 1478 yılında tamamlanmıştır. Daha sonraki yıllarda birçok Osmanlı Padişahı bu büyük esere, bazı ilave eserler yaptırmış ve günümüze kadar ulaşmıştır.
Sarayburnu’nda ve tarihi İstanbul Yarımadasında 700.000 metrekarelik bir alan üzerinde kurulan Topkapı Sarayı, yapıldığı yıldan itibaren dört yüz yıl boyunca bu büyük cihan devletinin idare, eğitim ve sanat merkezi olmuş, aynı zamanda padişahların ikametgâhı olarak kullanılmıştır.
1924 yılında müze haline getirilen Topkapı Sarayı, taşlardan inşa edilen tek katlı ve yüksek yapılı binalardan oluşur. Aynı şekilde bu büyük külliyenin farklı bölgelerinde devletin idare edildiği birçok kuruluş için binalar yapılmış ve bu şekilde iletişim ve koordinasyon kolaylığı sağlanmıştır.
İnsan Topkapı Müzesi’ni gezerken 624 yıl süren muhteşem bir devletin ve şanlı bir tarihin gurur verici sahnelerini yaşıyor ve heyecan verici tablolarını büyük bir haz ile temaşa ediyor. Şanlı Osmanlı Devleti’nin birçok alanda attığı önemli adımlar ve burada yaşanan güzel gelişmelerin izini, bu ziyaret ile şaşkınlık ve takdir hisleri eşliğinde sürmek mümkündür.
Bu müzenin farklı bölümlerini gezerken, çok yoğun sayıda yerli ve yabancı ziyaretçinin hayret ve istekle bu muhteşem müzeyi tam bir heyecan ve coşku ile gezdiklerini görüyorsunuz. Özellikle yabancı turistlerin meraklı ve dikkatli bakışları gözden kaçmıyor. 2019 yılında Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na bağlanan Topkapı Müzesi, saray olarak; hizmet ve koruma alanı (Bîrun), idarî merkez (Dîvân-ı Hümâyun), eğitim alanı (Enderûn) ve padişahların özel ikametgâh alanı (Harem) adlı dört ana bölümden oluşuyor.
Bizim en çok ilgimizi çeken bölüm, hiç şüphesiz Mukaddes Emanetler Dairesi oldu. Burada Osmanlı Devletinin, padişahların ve diğer yöneticilerin en önemli hassasiyetlerinden birisi olan ve asırlar boyunca çok büyük bir itina ve dikkat ile muhafaza edilen Mukaddes Emanetlerin günümüze bu şekilde ulaşmasını ve ziyaretçilerin çok büyük bir ilgisine mazhar olmasını müşahede etmenin sevincini yaşadık.
Dünyanın en büyük müzeleri arasında yer alan Topkapı Sarayı Müzesi’nde en çok ilgi gören bölüm, Has Oda adlı bölüm içinde bulunan Kutsal Emanetlerdir. Bu bölümde Peygamber Efendimiz (s.a.v) başta olmak üzere, aile efradı, bazı Peygamberler, Hulefa-i Raşidin ve Ashab-ı Kiram’a ait çok önemli emanetler sergilenmektedir.
Salı günleri kapalı olan Topkapı Sarayı'nı diğer altı günde gezmek ve bu muhteşem eserleri görmek mümkündür. Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır'dan İstanbul'a getirilmiş olan Mukaddes Emanetler yaklaşık beş yüz yıldır Topkapı Sarayı'nda korunarak sergilenmektedir. Kutsal Emanetler, Topkapı Sarayı'na, gerçekten çok büyük bir anlam ve maneviyat katmaktadır. Has Oda’da sergilenen Mukaddes Emanetler arasında; Hırka-i Saâdet, Hırka-i Saâdet'in saklı olduğu altın sandık, Peygamber Efendimizin (a.s.v) mübarek ayak izi, sakal-ı şerifi, Uhud Savaşı'nda kırılan dişinin bir parçası, Mühr-ü Saadeti, sandaletleri (Na’l-ı Saadet), kılıcı, kabzası, oku ve yayı, Hz. Fatıma'nın seccadesi, hırkası ve gömleği, Sahabe-i Kiram'ın kılıçları, Hacerü'l-Esved muhafazası, Kâbe'nin anahtarı ve kilitleri, Hz. Davud’un (a.s) kılıcı, Hz. İbrahim’in (a.s) tenceresi, Hz. Musa’nın (a.s) asası ve Hz. Yusuf’un (a.s) cübbesi bulunmaktadır.
Mukaddes Emanetler dairesinde Yavuz Sultan Selim dönemi ile başlayan ve yirmi dört saat boyunca kesintisiz bir şekilde devam eden Kur’an-ı Kerim okunması geleneğine, 1924 yılından itibaren basit bazı gerekçeler öne sürülerek son verilmiş ve 1991 yılında dönemin hükümetinin aldığı bir karar ile yeniden başlanmıştır. Görevli hafızlar tarafından okunan bu Kur’an-ı Kerim eşliğinde yapılan ziyaretler, insanın manevi âleminde büyük bir huzur ve inşirah bulmasına da vesile olmaktadır.
Bu Mukaddes Eserlerin bazılarının binlerce ve bazılarının da yüzlerce yıl boyunca çok güzel bir şekilde korunması, büyük bir itina ve saygı ile misafirlerin ibret ve manevi nazarlarına sunulması, gerçekten her türlü takdirin fevkindedir. Özellikle yabancı turistlerin, müzenin diğer bölümlerinden farklı olarak Mukaddes Emanetler ve Harem dairelerine gösterdikleri çok yakın ilgi de gözden kaçmıyor.
Topkapı Sarayı’nın bahçesinde Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Mecidiye Köşkü, Mustafa Paşa Köşkü ve İftariye Köşkleri ile birlikte farklı maksatlarla yapılan küçük bazı köşkler de ziyaretçilerin yoğun ilgisini çeken bölümler olarak dikkati çekmektedir.
**********
İstanbul denildiği zaman akla ilk gelen semtlerden birisi hiç şüphesiz Eyüp’tür. Hz. Ebu Eyyüb El Ensari Camii ve türbesi ile şeref bulan ve adını bu büyük sahabeden alan bu bölge, günün her saatinde çok yoğun bir ziyaretçi trafiğine sahne olmaktadır. Peygamber Efendimizin (a.s.v) müjdesine mazhar olmak için seksen yaşlarında Medine’den yola çıkıp Kostantiniyye’nin surlarının dibinde şehadet şerbeti içen Hz. Ebu Eyyüb El Ensari (r.a) için vefat ettiği mekânda bir mezar ile birlikte bir cami yapılmış ve bu yapıldığı günden itibaren bu şehrin manevi sembollerinden birisi olmuştur.
Hicrette Medine’ye gelen Peygamber Efendimiz (a.s.v) yedi ay kadar Ebu Eyyub El Ensari’nin evinde misafir olarak kaldı. Bu nedenden dolayı kendisine “Mihmandar-ı Nebi” denilmeye başlandı. Hicretten iki yıl önce hanımı ile birlikte Müslüman olan Ebu Eyyub El Ensari; Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere, Peygamber Efendimizin (a.s.v) bütün gazvelerine katıldı ve Peygamberimize bir zarar gelmesin diye etrafından hiç ayrılmadı. Aynı zamanda vahiy kâtipliği yaptı. Aynı şekilde Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanında yapılan seferlere de katıldı.
Emeviler döneminde yapılan İstanbul kuşatmasında şehid olunca vasiyeti üzerine surların dibine gömüldü. Bu mezar yüzyıllarca farklı maksatlarla ziyaret edildi. Bazı savaş ve istilaların sonucu mezar yeri de zarar gördü ve unutuldu. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed’in isteği üzerine mezar yeri Akşemseddin tarafından bulundu.
Eyüp Sultan Camii ve külliyesi, Fâtih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un fethinin hemen ardından yaptırılmıştır. Külliye’de, aşhane-imaret, medrese, hamam ve türbe bulunmaktadır. Külliyenin masrafları için de çok geniş bir alan ve bazı köyler vakfedilmiştir. Fatih Sultan Mehmed’den itibaren bütün Osmanlı Sultanları bu bölgeye çok büyük ehemmiyet vermiş, dini ve askeri törenlerin önemli bir kısmı bu camii ve külliyenin önündeki meydanda yapılmıştır.
İstanbul’da oturan ve İstanbul’u ziyaret eden her mümin, bu mübarek mekânın manevi feyzinden istifade etmek için burayı defalarca ziyaret etmek, bu mekânda ibadet etmek ve bu güzel havayı teneffüs etmek ister. Buranın manevi anlamı ve kalplere verdiği inşirah sebebiyle, vatandaşlarımızın önemli bir kısmı, kendileri için çok önemli olarak kabul ettikleri dua ve taleplerini bu mekânda arz eder ve şükür duygularını çok daha büyük bir teslimiyet ve manevi itminan ile yine bu mekânda arz ederler.
Özellikle sabah namazlarında erken bir vakitte gelinmediği zaman camiinin içinde yer bulmak son derece zordur. Bu niyetlerle buraları ziyaret eden her bir mümin, muhakkak ki bu manevi haleti ve huzuru yaşar ve yeniden buraları ziyaret etmenin aşkı ile dolar. Sabah namazında hınca hınç dolu olan bu mübarek camide namaz kılmanın engin hazzını ve saadetini anlatmak elbette mümkün değil. İnsan ancak böyle bir mutluluğu yaşayarak anlayabilir.
Mübarek fethin kutlu bir sembolü her zaman
Etrafa nurlar saçar; bu neyyir, ulvi mekân
Manevi hamisidir şu İstanbul şehrinin
Mihmandar-ı Nebevi Hazret-i Eyyüb Sultan
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.