Abdulkadir Menek

Abdulkadir Menek

İslam Sembolleriyle Süslü Bir Dünya Şehri: İstanbul (V)

İstanbul denince akla gelmesi ve ziyaret edilmesi gereken mekânlardan birisi de hiç şüphesiz Hz. Yuşa (AS)’ın medfun olduğu söylenen ve bu isim ile anılan Hz. Yuşa Tepesi’dir. Bu bölge, İstanbul’a manevi olarak çok büyük değer katan ve çok yoğun ziyaretçi trafiğine sahne olan bir bölge. Türkiye’nin ve dünyanın birçok bölgesinden her gün binlerce kişi bu tepeye gelerek, dua ve ilticalarla manevi olarak huzur bulmaya çalışır.

Bilindiği üzere Yuşa Peygamber (AS) İsrail oğullarından olup, Hz. Musa'nın yeğenidir. İsrailoğulları'nı göçebelikten kurtarır ve Arz-ı Kenan'a yerleştirir. Beykoz’da, iki denizin birleştiği bir bölgede bulunan, yüksekçe bir tepe üzerinden adeta manevi bir muhafızlık vaziyetinde bulunan Hz Yuşa’nın kabrini Beşiktaş’ta türbesi bulunan, Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi Yahya Efendi’nin keşfettiği rivayet ediliyor. Bununla birlikte, Hz. Yuşa’nın (AS) burada medfun olup olmadığı konusunda çok farklı rivayetler var. Birçok araştırmacı burada medfun olmasının tarihi olarak mümkün olmadığını ifade ediyorlar.

Yuşa Tepesi, Beykoz merkezinden Anadolu Kavağına giden yol üzerinde bulunduğundan, bugün için ulaşım yönünden bir sıkıntı çekilmiyor. Tepeden Anadolu Kavağına giden yol takip edildiğinde yine muhteşem bir boğaz manzarasının bulunduğu Yoros Kalesi‘ne ulaşılıyor.

Ceneviz Kalesi olarak da bilinen Yoros Kalesi, İstanbul’da Anadolu Kavağı sırtlarında bulunan ve Doğu Roma döneminden günümüze kadar ayakta kalabilen önemli tarihi eserlerden birisidir. Yoros Kalesi’nin önünden geçen yolu takip ettiğinizde ise artık Boğaz ile Karadeniz’in birleştiği nokta olan Anadolu Feneri‘ne ulaşabilirsiniz. Ziyaretçi sayısı arttıkça otopark alanı ile ana yoldan tepeye giden yol genişletilmiş.

Tepenin en yüksek noktasında bulunan ve Hz. Yuşa’ya ait olduğu ifade edilen üstü açık kabrin uzunluğu 17 metre. Kabrin uzunluğunun 17 metre olmasının nedeni naaşının bulunabileceği muhtemel alanın çevrilmiş olmasından kaynaklanıyor. Her ne kadar burada bulunan kabrin Yuşa Hazretleri’ne ait olduğu belirtilse de, araştırmacılara göre Filistin’de vefat ettiği söylenen Hz. Yuşa’nın türbesinin Filistin bölgesinde olması daha kuvvetli bir ihtimal olarak ifade ediliyor. Günümüzde Filistin, Ürdün ve Suriye’de Yuşa Hazretleri’ne ait olduğu söylenen birçok kabir bulunuyor.

Gaziantep'te Boyacı Mahallesinde Boyacı Camiinden Kavaflar Çarşısı'na doğru uzanan sokakta Pirsefa denilen mevkide tek katlı bir binada bulunan iki odadan birisinde Hz Yuşa (AS)’a ait olduğu söylenen bir türbe bulunmakta ve yüzyıllardan beri türbe bu niyetle ziyaret edilmektedir. Diğer odadaki türbe ise Hz. Yuşa (AS) ‘ın türbedarı Pirsefa Hazretlerine aittir ve vasiyeti üzerine vefat edince buraya gömülmüştür.

Her şeye rağmen, bu isimle anılan bu bölgede, manevi olarak büyük bir huzur hissedildiğini ifade etmemiz gerekiyor. Ehl-i imanın yüzyıllar boyunca halis bir niyetle ve Allah rızası için yaptıkları ziyaretlerin, çok büyük manevi ve kalbi inşirah ve huzura vesile olduğunu, halis niyetin da büyük bir mükâfat taşıdığını gözden uzak tutamayız.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Rusya esareti dönüşü geldiği ve dört yıldan fazla bir süre ile kaldığı İstanbul’da, ruhunun istirahat araması üzerine Yûşâ Tepesine çekildi ve hayatını burada gözden geçirdi. Bu sebeple, Eski Said’in Yeni Said’e dönüşmesi sürecinde, Sariyer’deki ahşap bina ile birlikte Yuşa Tepesinin de önemli bir yeri vardır. Vefatından kısa bir süre önce, vedâ seyahati mahiyetinde İstanbul’a da uğramış ve Hz. Yûşâ’nın (a.s.) kabrini bir kez daha ziyaret etmiştir.

Yüksek bölgeleri ve dağları seven ve gittiği her şehirde tefekkür ve tenezzüh için bu bölgelere sık sık uğrayan Bediüzzaman Hazretleri, İstanbul’da kaldığı süre içerisinde Çamlıca Tepesi ile birlikte Yuşa Tepesine de zaman zaman uğrardı. Risale-i Nur’da geçen bazı ifadelerden anlaşıldığına göre inziva arzusu ile zaman zaman Yuşa Tepesine çekilir, kendi iç âleminde önemli muhasebeler yaparak bazı önemli kararlar verirdi.

“Bundan yirmi beş sene evvel İstanbul boğazındaki Yuşa Tepesinde dünyanın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyaya eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim yarına kadar beni bırakınız, istihare edeyim, sabahleyin kalbime bu iki levha hutur etti, şiire benzer fakat şiir değiller. O mübarek hatıranın hatırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhafaza edildi.

Beni dünyaya çağırma ona geldim fena gördüm
Dema gaflet hicab oldu ve nur u Hak nihan gördüm
Bütün eşya-yı mecudat birer fani muzır gördüm
Vücud desen onu giydim ah âdemdi çok bela gördüm.”
(Sözler-17. Söz)

Bu istiharenin, çocuğu olmayan Sadrazam Said Halim Paşa’nın boğaza nazır, maddi değeri çok yüksek olan ve çok önemli bir mevkide bulunan yalısını, evladı gibi sevdiği Bediüzzaman Hazretlerine vermek istediği ve bu tefekkür ve istiharenin neticesi olarak da bunun kabul edilmediği bazı hatıralarda ifade edilmektedir.

Yirmi Altıncı Lem’a-İhtiyarlar Risalesi Beşinci Ricada Bediüzzaman Hazretleri Yuşa Tepesi ile ilgili olarak bir başka hatırasını nakletmektedir:

“Bir zaman ihtiyarlığımın mebdeinde bir inziva arzusu ile İstanbul’un Yuşa Tepesinde yalnızlıkla ruhum bir istirahat aradı. Bir gün o yüksek tepede daire-i ufka etrafa baktım. Gayet hazin ve rikkatli bir levha-i zeval ve firakı ihtiyarlığın ihtarı ile gördüm. Secere-i ömrümün kırk beşinci senesi olan kırk beşinci dalındaki yüksek makamından ta hayatımın aşağı tabakalarına göz gezdirdim. Gördüm ki o aşağıda her dalında her bir senenin zarfında sevdiklerimden ve alakadarlarımdan ve tanıştıklarımdan hadsiz cenazeler var. Ve o firak ve iftiraktan gelen gayet rikkatli bir manevi teessürat içinde Fuzuli-i Bağdadi gibi müfarakat eden dostları düşünerek enin edip;

Vaslını yadeyledikce ağlarım

Ta nefes varsa kuru cismimde feryad eylerim

diyerek bir teselli bir nur, bir rica kapısı aradım. Birden ahirete iman nuru imdada yetişti, hiç sönmez bir nur, hiç kırılmaz bir rica verdi.”

**********

Yuşa Tepesinde yaptığımız bu güzel ve feyizli geziden sonra, rotamızı Çamlıca Tepesine doğru çevirdik. Çamlıca Tepesinin iki büyük sembolü ve mührü olan Çamlıca Kulesi ile birlikte Çamlıca Camisini gezmeden bu şehirden ayrılmak, inanın çok önemli bir eksikliktir.

Çamlıca Kulesi yapılmadan önce, Çamlıca Tepesini istila eden ve çok büyük bir görüntü kirliliğine sebep olan radyo-televizyon vericileri ve baz istasyonları, bu muhteşem kulenin yapılması ile birlikte tamamen kaldırıldı ve bu güzel tepe yeniden hakiki güzelliğine kavuşmaya başladı. Bu büyük eserin hizmete girmesi ile birlikte, dünyada 100 radyo kanalının aynı anda frekansları birbirine karışmadan ve birbirlerini engellemeden yayın yapabildiği ilk ve tek yer olan Çamlıca Kulesi ile dağınık bir şekilde bulunan ve bu nedenle görüntü kirliliği ve elektromanyetik kirlilik oluşturan vericiler tek merkezde toplanmıştır.

Toplam 30.150 metrekare alan üzerinde kurulu olan Çamlıca Kulesi deniz seviyesinden 587 metre yüksekliğiyle İstanbul’un en yüksek yapısıdır. Dünyadaki kulaler arasında da önemli bir yere sahip olan Çamlıca Kulesi, zemin altında 4, zemin üzerinde 45 olmak üzere toplam 49 kattan oluşmaktadır. Projesi yarışma ile oluşturulmuş ve ardından üç boyutlu olarak tasarımı yapılmıştır.

Kuleye girişte görevlilerin çok yakın ve sıcak ilgileri ile karşılanıyorsunuz. Yoğunluğa göre bir müddet istirahat etmeniz sağlanıyor ve ardından kule gezisine başlıyorsunuz. İsteğe bağlı olarak, Seyyah 360 adıyla Kule’nin büyük salonunda gösterime sunulan ve Hezarfen Ahmet Çelebi’nin hayali olarak anlatıcı olarak konumlandırıldığı bir muhteşem şölen sizleri bekliyor. Bu gösterimde, İstanbul’un bütün önemli mekânlarını ve tarihi eserlerini interaktif bir şekilde ve adeta canlı olarak yaşıyormuş gibi bir seyahate çıkıyorsunuz.

Kulenin 33 ve 34. Katlarında seyir terasları ve 39 ve 40. Katlarında restoranlar bulunmaktadır. Çelik antenlerle birlikte yüksekliği 369 metre olan kulenin 33. Katında bulunan seyir kulesinden İstanbul’u seyretmek ise bir başka güzel, Denizleri, boğazı, Haliç’i, muhteşem tepeleri ve İstanbul’a İslam’ın mührünü, kıyamete kadar silinmeyecek bir tarzda vuran camileri buradan seyretmenin tadına doyum olmuyor.

**********

Çamlıca Kulesi’ni bu şekilde gezdikten sonra Büyük Çamlıca Camii’ne doğru hareket ediyoruz. Planlama aşamalarından itibaren çok büyük tartışma ve saldırılara hedef olan Büyük Çamlıca Camii, bu muhteşem tepeden, bütün İstanbul Boğazı’na ve İstanbul’un çok önemli bir kısmına vakar, izzet ve tebessüm ile bakıyor ve İslam’ın sancağını dalgalandırıyor.

Türkiye’nin en büyük ve dünyanın da sayılı büyük camileri arasında yer alan Büyük Çamlıca Camii, altı yıllık meşakkatli bir inşa çalışmasının ardından resmi açılışının gerçekleştirildiği 3 Mayıs 2019`dan bugüne kadar on milyonlarca kişi tarafından ziyaret edildi. Büyük Çamlıca Camisi, halı serili alanında 25 bin olmak üzere 63 bin kişinin aynı anda ibadet edebileceği bir cami kompleksi olarak inşa edildi. “Asrın mührü” yapı, 3 bin 500 metrekarelik sanat galerisi, 3 bin metrekarelik kütüphane, 1071 kişilik konferans salonu, 8 sanat atölyesi, 3 bin 500 araçlık kapalı otoparkı bünyesinde barındırıyor.

Günün yorgunluğunun ardından ulaştığımız bu muhteşem mabedin ruhlara inşirah veren manevi havası, bütün yorgunluğumuzu bir anda tatlı bir sevinç ve mutluluğa çevirdi. Pazar günü olması münasebetiyle, çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçi ve ailenin cami içini ve çevresini adeta bir kardeşlik meşherine çevirdiğini müşahede ettik. Özellikle çocukların sevinç ve mutluluk ile koşturmaları ve kendi aralarında oyun oynamaları da apayrı bir mutluluk kaynağı oluyordu.

Arkadaşlarla beraber burada kıldığımız namaz ve ardından ettiğimiz dualar, inşallah dergâh-ı İlahide makbul olmuştur. Namazın ardından cami avlusundan İstanbul’u ve boğazı seyretmenin hazzını tarif etmenin de çok zor olduğunu itiraf etmeliyim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, bu muhteşem mabedi bu tepede kıyamete kadar bir tevhid nişanesi olarak yapan ve yaptıranlardan Rabbim ebediyyen razı olsun.

İstanbul’da bir günün ve bir seyahatin daha sonuna yaklaşmanın burukluğu içinde, Üsküdar Fethi Paşa Korusu’da bulunan Dilruba Restoran’a doğru hareket ediyoruz. Buranın işletmecisi aziz dostumuz Said Özadalı’nın misafiri olarak bulunduğumuz bu mekânın nezih ve gönülleri ferahlatan samimi ortamında, boğaza nazır bir mevkide, güzel ve samimi sohbetler eşliğinde günü ve seyahatimizi noktalıyoruz.

Seyahatler bitse bile, İstanbul’un anlatılacak ve gezilecek o kadar çok mekânı var ki. Bunlar yazılara ve kitaplara sığmaz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum