Abdulkadir Menek

Abdulkadir Menek

Fransa ve Tarihin Şahitliği (2)

Fransa’nın Afrika’da giriştiği zulüm ve katliamların boyutu, bu yaptığımız çalışmanın sınırlarını elbette kat kat aşan bir büyüklüktedir. Bunun için çok daha geniş kapsamlı bazı çalışmalar yapmak gerekir. Fransa 1830 yılında Cezayir’i işgal etmiş ve Cezayirlilerin kurtuluş savaşı verdiği 1954-1962 yılları arasında, Fransa, en değerli sömürgesi olarak kabul edilen Cezayir'i kaybetmemek için çok büyük katliamlara girişmiş ve sekiz yıl kadar süren savaşın sonunda yaklaşık olarak bir milyon civarında Cezayirli öldürülmüştür. 1830 yılından 1960’a kadar devam eden işgal yılları boyunca 5 milyondan fazla Cezayirlinin Fransızlar tarafından öldürüldüğü ifade edilmektedir.

Fransa’nın Afrika kıtasında yaptığı zulüm ve katliamlar, elbette bunlarla sınırlı değildir. Gabon, Senegal, Benin, Tunus, Gine, Burkina Faso, Kamerun ve Cibuti gibi Afrika ülkelerinde de Fransa çok büyük katliamlara imza attı ve Müslümanlara baskı yaparak zorla din değiştirmeye zorladı ve bu bölgelerin halklarını Hristiyanlaştırmak için her yola başvurdu. Tarihin utanç sayfaları arasında yer alan çok sayıda katliamın faili Fransa, bugün insan hakları konusunda zaman zaman yüzü kızarmadan sicili onlardan kat kat temiz bazı ülkelere sözde dersler vermeye devam ediyor.

Bu yılın Mart ayında Afrika gezisi kapsamında eski sömürgesi olan Kongo Demokratik Cumhuriyetini de ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Makron, burada basın mensuplarının gözü önünde bu ülkenin Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi tarafından adeta azarlandı. Afrika ülkelerinin ve onların liderlerinin, belki yeni bir döneme girmeye başladıklarının işareti sayılabilecek bu tavrın, sömürgeleştirilmiş ve halen üzerlerindeki korku ve baskıdan tam olarak kurtulamamış diğer bütün Afrika ülkeleri için de bir örnek ve başlangıç olmasını temenni ediyoruz.

Bu arada Birleşmiş Milletler ve buna bağlı olarak kurulan Güvenlik Konseyi’nin de kuruluş ve misyonu üzerinde kısaca durmak gerekir. Birleşmiş Milletler, 2. Dünya Savaşından galip olarak çıkan ülkelerin öncülüğünde, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak, devletler arasında dostane ilişkileri desteklemek, kalkınmayı ve insan haklarını geliştirmek iddia ve amacıyla 1945 yılında kurulmuştur. Bazı alt birimlerden oluşan Birleşmiş Milletlerin en önemli kurumlarından birisi de hiç şüphesiz Güvenlik Konseyi’dir. Birleşmiş Milletlerin esas kurucu unsurları ABD, Birleşik Krallık, Çin Halk Cumhuriyeti ve SSCB olduğu halde, Güvenlik Konseyinin beş daimi ve veto hakkı olan üyeleri arasına, bu dört devlet tarafından Fransa’da dâhil edilmiştir. 10 üye ise her iki yılda bir yenilenmek şartıyla seçilir ve bu konseye dâhil olurlar.

Birleşmiş Milletler ’de ve Güvenlik Konsey’inde inisiyatif bu beş üyenin elinde bulunmaktadır. Bunlardan bir devletin istemediği bir kararın çıkması hemen hemen mümkün değildir. Kâğıt üzerinde "barış ve güvenliği " sağlamakla görevli bu beş ülke, dünyada en çok silah üreten ve bunları diğer ülkelere en çok satarak gelir elde eden ülkelerdir.

Genel olarak dünyaya ve cereyan eden hadise ve savaşlara bakıldığı zaman, dünyanın bu beş ülke tarafından idare edildiği, diğer ülkeler üzerinde büyük çaplı olarak plan ve organizasyonlarını devam ettirdikleri, dünyanın zenginliklerini adeta paylaştıklarını ve diğer ülkelere de bu çerçeve içinde rol ve görev biçtikleri şüphe götürmez bir gerçek olarak anlaşılmaktadır. Dünyanın huzur ve selameti için bu zulüm sarmalından kurtulması, adil ve eşitliğe dayalı bir dünya düzeninin kurulması gerekir. Aslında "Dünya beşten büyüktür" sözünün arkasında, bu büyük adaletsizlik ve zulmü nazara vermek ve bu hegemonyayı mümkün olan en kısa zamanda kaldırmak düşüncesi ve niyeti yatmaktadır. Bu hegemonya ve zulme aleni ve cesurca karşı çıkan ülkelerin sayılarının artması ve dünyanın bu kıskaçtan kurtulmasını gönülden temenni ediyoruz.

Fransa, Afrika’da sömürgesi olan devletleri, sözde bağımsızlıklarını verdikten sonra de sömürmeye devam etmiş, bunun için de hiç kimsenin aklına gelmeyecek yol ve yöntemlere başvurarak, bu devletleri bir şekilde fakir ve kendine bağımlı bir halde bırakmanın yollarını ustaca uygulamaya devam etmiştir. Fransa 1958 yılından sonra bağımsız olan bu devletleri yaptırdığı anlaşma ve attırdığı imzalarla, "Koloni Vergisi" adı altında her yıl yüklü miktarlarda, haraç ödemeye mecbur etmiştir. Bütün aldığı bu paraları da, sömürge döneminde işgal altına tuttuğu bu ülkelerde inşa ettiği binalar ve kurduğu altyapıların karşılığında aldığını savunacak kadar da gülünç bahaneler ortaya atmıştır.

Fransa'nın işgal ederek sömürgeleştirdiği ve sonra göstermelik bir bağımsızlıkla haraca bağladığı devletler şu şekilde sıralanıyor: Benin, Burkina Faso, Gine, Fildişi Sahili, Mali, Nijer, Senegal, Togo, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Kongo, Ekvator Ginesi ve Gabon. Dünyaya barış ve güvenlik getireceği iddiasıyla kurulan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesinden birisi olan Fransa’nın, kendi sömürgesi olan ülkelere layık gördüğü ve başlarına sardığı barış ve güvenlik, işte tam böyle bir şey. Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olan diğer dört devletin de sicili, bunlara benzer barış ve güvenlik modelleri ile doludur.

Fransa’nın bu şekilde bu paraları ödemeye mecbur bıraktığı ülkelerden yıllık toplam olarak 500 milyar dolar para aldığı ifade ediliyor. Türkiye’nin, bunca gayret ve çalışmaların neticesinde yüz yılda ulaşabildiği toplam ihracat miktarının 250 milyar dolar civarında olduğu göz önüne alınırsa, Fransa’nın hiçbir çalışma içine girmeden ve bu fakir ülkelerin emeğini ve imkânlarını sömürerek bütçesine kattığı yıllık 500 milyar doların, ne kadar büyük bir rakam olduğu kolayca anlaşılır.

Fransa, sonraki yıllarda da elini, daha önce sömürgesi olan ülkelerin içinden çekmemiş, birçok bahanelerle bu ilkelerin içişlerine karışmaya, gizli veya açık bazı askeri müdahalelerde bulunmaya devam etmiştir. Bu ülkeler dikkatle incelendiği zaman, bu durum çok bariz bir şekilde görülecektir. Vergi ödemeyen liderlerin darbe ve suikastlara maruz kaldığı, bu ülkelerde darbelerin sahneye konduğu görülmektedir. Son yıllarda darbe ve askeri müdahalelere maruz kalan Afrika ülkelerinin önemli bir çoğunluğunun eski Fransa sömürgesi olması elbette tesadüf değildir. Darbelerin birçoğunda da Fransa’nın sömürge döneminde görevlendirdiği askerlerin ve onların zihniyet olarak uzantılarının aktif rol aldığı görülmektedir.

Bu manzara, Fransa’nın fakir Afrika ülkelerindeki mali sömürgeciliğinin bütün hızıyla devam ettiğinin en açık ispatıdır. Bu mali sömürgeciliğin çok farklı bazı boyutları daha bulunmaktadır. Bu ülkelerle yapılan anlaşmalar sonucu, eski sömürgesi olan ülkelerin mali kaynaklarının önemli bir kısmı, farklı adlar altında ve değişik gerekçelerle Fransa Merkez Bankasına yatırılmaktadır. Fransa Merkez Bankasına yatırılan paralar, bu ülkelerin yıllık gelirlerinin yaklaşık dörtte üçünü oluşturmaktadır. Bu durum, hem ekonomik ve hem siyasi olarak Fransa’nın elini büyük ölçüde güçlendirmektedir. Bu ülkeler, bir ekonomik sıkıntı yaşadıkları zaman kendi paralarının bir kısmını rica minnet alabilmekte ve bazen de borç olarak almak durumunda kalmaktadırlar.

Fransa’nın kendi ülkesinde kurduğu düzen ve insanlarına sunduğu imkânların en büyük bir kaynağı hiç şüphesiz, başka ülkelerin öz malı olan kaynakların gasp edilmesi sonucu, gayrı meşru yollarla elde ettiği bu paralardan oluşmaktadır. Dünyanın en fazla turist çeken ülkesi olan Fransa’da, Louvre Müzesi başta olmak üzere, her yıl milyonlarca insanın ziyaret ettiği müzelerinde sergilenen eserlerin çok büyük bir ekseriyeti, dünyanın dört bir yanından binlerce yıllık uygarlıkların sonucu olarak şekillenmiş eserlerden oluşmaktadır. Bu kıymetli ve antika eserler, yasa dışı yollarla Fransa’ya kaçırılarak gün yüzüne çıkarılmış ve bu ülkenin ekonomisine çok önemli katkılar sağlamaya devam etmektedir.

Fransa ile ilgili olarak elbette çok şey yazılabilir. Fransa ve benzeri düşünce sahibi olan devletlerin, kuvvetli olanların haklı olarak görüldükleri, zayıfları ezmeyi ve ikinci sınıf insan olarak görmeyi bir politik anlayış haline getirdikleri ideolojilerinin zevale doğru yaklaştığını söylemek abartı olmayacaktır.

Bizim burada yazdıklarımız, devede kulak mesabesindedir. Zulüm ve zulüm üzerine kurulan uygarlık ve görünüşteki refah düzenleri, elbette dünyanın hiçbir bölgesinde ilanihaye devam etmez. Bu zenginliklerin asıl sahibi olan insanların muhatap oldukları zulüm ve haksızlıklar, elbette günü gelince zalimler için hak ettikleri sonlarını hazırlayacak ve layık oldukları bedelleri ödetecektir. Adaletin en az bir kısmının, bu dünyada tecelli edeceğine inanıyoruz. Elbette Mahkeme-i Kübra’da mutlak adalet, eksiksiz bir şekilde tecelli edecektir.

Bizim inancımız ve dinimizin gereği olarak; haklının her zaman kuvvetli olduğu, zalimin mazlumu ezeceği bir güç, kuvvet ve cesaret sahibi olamayacağı, insanların rengine, ırkına ve ülkesine bakılmaksızın insan olarak muamele gördükleri bir anlayışın bütün yeryüzünde egemen olmasını bekliyor ve niyaz ediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum