Abdulkadir Menek

Abdulkadir Menek

Fransa ve Tarihin Şahitliği (1)

Fransa son yıllarda çok önemli toplumsal olaylara sahne oluyor ve olaylar bütün bastırma gayretlerine rağmen haftalarca sürüyor. Avrupa’nın birçok ülkesinde de benzer olaylara zaman zaman şahit oluyoruz. Fakat bu olaylara sahne olma konusunda Fransa kronik bir mahiyete bürünmüş gibi gözüküyor.

Fransa’da son olarak 17 yaşındaki Cezayir asıllı göçmen bir Müslüman genç olan Nahel’in polis tarafından öldürülmesinden sonra meydana gelen olaylar haftalarca sürdü. Binlerce mağaza kundaklandı, çok sayıda bina ateşe verildi. Aynı şekilde binlerce resmi binanın da kundaklandığı gözlendi. Birçok bölgede polis kuvvetlerinin, olayları önlemede çok yetersiz kaldığı gözlendi.

Gösterilere katılan binlerce insan polis tarafından gözaltına alındı ve çok şiddetli önlemler alınarak olaylar bastırılmaya gayret gösterildi. Olaylara yüzbinlerce Kuzey Afrika göçmeni ile birlikte, çok sayıda Fransız’ın da katıldığı gözlendi. Olayların büyük çapta etkilediği ve önünün alınamadığı 10 şehirde sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Bu olayların artçıları, bazı bölgelerde etkisini sürdürmeye devam ediyor.

Aslında Fransa’nın tarihini çok iyi bilmeden meydana gelen bu olayları anlayabilmek mümkün değildir. Fransa'nın tarihinde çok sayıda kara leke ve utanç tablosu mevcuttur. Bunların bir kısmı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımızı da söylesek mübalağada bulunmuş sayılmayız. Fransa’nın Afrika’da yol açtığı ve sebep olduğu zulüm ve katliamların önemli bir kısmının, tarihin karanlık sayfaları içinde kaybolduğunu veya unutturulduğunu söylememiz gerekir. Çünkü o günlerin imkânsızlıkları içinde birçok zulüm ve katliamlar, tarihin sisli sayfaları arasında kaybolmuş ve bir kısmının da üzeri ustaca kapatılmaya çalışılmıştır.

15. yüzyıldan itibaren Afrika kıtası, köleleştirme ve sömürgeleştirme amacıyla bazı Avrupa devletlerinin işgal ve egemenlik alanlarına dönüştürülmeye başlandı. Bu dönemde köle ticareti, daha çok çiftlik ve maden ocaklarında çalıştırılmak amacıyla yapılıyordu. Köleleştirme ve keşif faaliyetleri ile geçen yüzyılların ardından 19. Yüzyılın başlarından itibaren "Yeni Emperyalizm" dönemi olarak ifade edilen dönem başladı. Bu dönemde ülkeler işgal edilerek sömürgeleştirildi ve egemen ülkelerin faaliyet alanı haline dönüştürüldü.

Bu ülkelerin başını İngiltere ve Fransa çekiyordu. Bu işgal ve sömürge faaliyetlerinden İtalya ve Almanya da nasibini aldı. Ama özellikle İngiltere ve Fransa’nın Afrika kıtasındaki işgal ve katliam faaliyetleri, tarihin en kanlı ve zalimane sömürgecilik faaliyetleri olarak hafızalara kazındı ve bu iki ülke, kıtada sömürge faaliyetlerinden aslan payını aldı.

Sömürgesi olan devletlerin bütün zenginliklerini gemilere yükleyerek ülkelerine götürme konusunda hiç kimse İngiltere ve Fransa’nın eline su bile dökemez. Bugün sahip oldukları zenginlik ve refahın çok kahir bir ekseriyeti, bu fakir ülkelerin el değmemiş zenginlik ve kaynaklarının gasp edilerek kendi ülkelerine taşımaları ve buraların mazlum ve mağdur insanlarının da yüzyıllarca tam birer köle olarak çalıştırılması sonucu meydana gelmiştir.

Fransa, Afrika’da meydana gelen katliamların onlarcasında acımasız bir şekilde başrolü oynamış ve hiçbir insanı kaygı ve duyarlılık taşımadan insanların kanına girilmiştir. Bunlardan çok önemli olan katliamlardan bir tanesi Kub Kub Katliamıdır. 1909 yılında Çad’ın Abeşe şehri ve civarını işgal eden Fransız kuvvetleri büyük bir direniş ile karşılaşırlar. Çad halkı çok yetersiz imkânlara sahip olduğu halde, bölgedeki ustaların yaptığı yerel tüfek ve benzeri silahlarla çok büyük bir direniş göstermişler ve Fransa askerinin bölgede egemenlik kurmasının önüne geçmek için adeta canlarını dişlerine takmışlardır.

Bu direnişte bölgede sayıları yüzlerle ifade edilen İslam âlimlerinin halkın maneviyatını ve direniş ruhunu canlı tutmak için çok büyük gayret göstererek yapmış oldukları telkin ve irşad faaliyetlerinin önemli bir katkısı olmuştur. Bu âlimler, sürekli halkın içinde bulunarak ve yerleşim merkezlerini gezerek bu çok büyük misyonu ifa etmeye çalışmışlardır.

Fransızlar bu büyük direniş ruhunu kırmak ve halkı kolayca teslim alabilmek için şeytani bir plan kurarak, müzakere ve anlaşma bahanesiyle 400 âlimi görüşmeye davet etmiş ve bunların hepsini toplu bir şekilde sabah namazlarını kıldıkları sırada silahlarla tarayarak öldürmüştür. Bu alçak katliam ile Çad halkının ve askerlerinin en büyük direniş ve manevi dayanaklarını tamamen ortadan kaldıran Fransız kuvvetleri, kendi şeytani planlarını çok kolay bir şekilde uygulamaya koymuşlar ve böylece Çad tamamen kontrolleri altına girmiştir.

Öldürülen âlimlerin başları gövdelerinden ayrılmış, naaşları toplu olarak Çad’ın Abeşe bölgesi sınırları içerisinde bulunan bir vadi konumundaki Ümmü Kâmil’deki bir toplu mezara defnedilmiştir. Bu şehitlik bölgesi bugün de varlığını devam ettirmekte ve birçok kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Dört yüz civarında İslam âliminin bu şekilde topluca öldürülmesinden sonra, Fransızların İslam âlimlerine yönelik baskıları durmamış, birçok İslam âlimi ve aşiret reisi suikastlarla öldürülmüş ve birçoğu da başka ülkelere ve bölgelere göç etmeye zorlanmıştır. Âlimlerin bu şekilde öldürülmesi ve büyük baskı altına alınarak göçe zorlanması, Afrika kıtasında ve özellikle Orta ve Güney Afrika’da İslam’ın daha geniş kitlelere yayılmasının önüne geçmiş, bu şekilde bölgede yaşayan insanların Hristiyanlığa geçmeleri için çok daha geniş misyonerlik faaliyetlerinin yapılmasının önü açılmıştır.

Bu olay, Fransa’nın karanlık ve çirkin yüzünü gösteren, sömürgecilik döneminde faili olduğu onlarca katliamdan birisi olarak tarihin kara sayfaları arasındaki yerini almıştır. Çok sayıda âlimin öldürüldüğü bu katliam, bütün Afrika’da "Haçlı Mezalimi" olarak kayıtlara geçmiş ve yalnız Çad için değil bütün Afrika ve hatta dünya için bu zihniyetin çok büyük bir zulmü olarak hafızalara kazınmıştır.

Fransa, Afrika’da yakın geçmişte meydana gelen bazı önemli katliamlarda da aktif olarak rol oynamıştır. Bu durum Uluslararası bazı örgütlerin ve mahkemelerin kararlarında açıkça ifade edilmiştir. Bu katliamların en önemlilerinden bir tanesi de Ruanda Katliamı’dır. 1994 yılında meydana gelen ve bir milyona yakın insanın hunharca öldürüldüğü bu katliamda Fransa’nın payı ve katkısı yıllardır tartışılmaya ve konuşulmaya devam edilmektedir.

Ruanda Katliamında Fransa, katliamı yapan Hutuların en yakın destekçisi olduğu için, bu soykırımdan büyük ölçüde sorumlu tutulmaktadır. Ruanda’da Hutular, dönemin Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana'nın uçağının düşmesinden sorumlu olarak gördükleri Tutsilere karşı soykırım başlattı. Bu katliam yaklaşık olarak yüz gün kadar sürdü. BM raporlarına göre bu katliamda 800 binden fazla Tutsi öldürüldü.

Fransa, 23 Haziran 1994'te ülkenin güneybatısında sığınmacılar için güvenli bölge oluşturmak amacıyla çalışmalara başladı ancak, soykırımcılara silah ve mühimmat desteği sağlamaktan geri durmadı. Ayrıca, 1994'te Ruanda'da bulunan "Fransız askerlerin ve paralı askerlerin", dönemin Ruanda Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana'ya yönelik saldırıya katılmış olabileceği ihtimali de, bugün birçok uzman tarafından göz ardı edilmemektedir.

Fransa soykırımcılara, silah ve mühimmat ile birlikte askeri ve siyasi destek de verdi. Bazı resmi belgelerle Fransa’ya rağmen bu destek, askeri ve siyasi bazı uzmanlar tarafından ortaya çıkarıldı. Fransa’nın o dönem Cumhurbaşkanı olan François Mitterand'a ait arşivlerde Fransa’nın bu desteği ispatlandı. Bu belgelerde ülkenin soykırım öncesinde Hutulara sağladığı silahların bilgileri de yer alıyor. Le Figaro gazetesine bir açıklama yapan François Mitterand verdiği mülakatta soykırım üzerine sarf ettiği, "O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil" şeklindeki ifadesi Fransa'nın tutumunu göstermesi açısından önem kazanıyor.

Burada Fransa’nın izlediği politikanın en önemli sebebi hiç şüphesiz, Ruanda’yı etki alanında tutma isteği ve siyasi çıkarlarını ön planda tutarak, kendisine sadık olan bir yönetimin bu ülkede devamını sağlamak olduğu, uzmanlar tarafından ifade ediliyor. Daha sonraki yıllarda hazırlanan bir raporda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un da bu soykırımda Fransa’nın ağır sorumluluğu bulunduğunu kabul ettiği vurgulanmaktadır. Fransız askerlerinin de toplu mezarlar konusunda Hutulara yardım ettiği de ayrıca belgelerle ifade edilmiştir.

Fransa’nın soykırımı yapan çok sayıda kişiyi ülkesine kabul ettiği ve bunları vatandaşlığa aldığı da bilinmektedir. Fransa’nın Ruanda’da yürüttüğü ve "Turkuaz Operasyonu" adını verdiği bu faaliyetler sırasında insan haklarını ihlal eden ve soykırımcılara destek anlamını taşıyan çok sayıda faaliyetin içinde bulunduğunu, bizzat bu operasyonda görevli çok sayıda asker tarafından da itiraf edilmiştir. (Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum