Hümeyra Yıldız Dülek
Hayallerimiz Karanlıkta Kaldı..
Zaman mı değişti? Biz mi değiştik?
Akıp giden zaman hep aynı aslında, her sabah güneşe gülümsemek ve günün koşuşturması içinde akşam olduğunu fark ederken geceye merhaba demek, güneşle ay arasında akıp giden her gün ömrümüzden de akıp gider ve bu hiç değişmez, değişen havaların bazen buz kesen kış fırtınaları, bazen baharın çiçek kokan yağmurları, bazen yaz sıcağının bunalttığı ruhumuz ve hazan mevsimin hüzün getirmesinden gayri; değişmez zaman… Demek ki değişen sadece bizleriz, duygularımız, yaşam tarzlarımız, seçimlerimiz, değer verdiklerimiz, hayat içinde yaşarken olmak istediğimiz, olamadıklarımız, hırslarımız, hedeflerimiz, korkularımız, sevinçlerimiz… Sevdiklerimiz, nefret ettiklerimiz ve değişen benliklerimiz.
Geçmişe doğru ağır aksak hayalen bir yolculuğa kalkıştığımda çok şeyin değiştiğini anlıyorum. İnsanların samimiyetsizliği, sabırsızlığı, vefasızlığı, vurdumduymazlığı…
Çocuktum, sanırım 8-9 yaşlarında, bulunduğumuz şehirde genelde kadınlar ekmeği evde yapıyordu, ev ekmeklerinin canım kokusu misler gibi… Her gün bir evin ekmeği yapılıyor, mahallede oturan teyzeler her gün bir bahçede toplanıp elbirliği ile bir haftalık ekmek pişiriyordu. İlk zamanlar pek anlamlandıramadığım bu durumu ev sahibimizin kızı Fevziye ile arkadaş olduktan sonra iyice anlamıştım, çünkü Fevziye bana anlıyışla; ‟bir insan tek başına akşama kadar bu kadar ekmeği pişiremez ki, aslında pişirir ama o zaman da ne halı dokumaya, ne de yemek yapıp temizlik yapmaya zaman kalmaz, herkes toplanınca bir anda (öğlene kadar) bitiyor, annemler de hem ev işi yapıp hem de gezmeye gitmeye vakit buluyorlar” demişti..
Doğru bir yardımlaşma şekliydi. Çocukluğumdan bana kalan Fevziye’nin bu öğretisinden başka, bir de ekmek pişiren teyzelerin evlerine ekmeklerini götürürken yolda karşılaşırsak hemen bir parça ekmek koparıp bize vermesiydi, o ekmek bana öyle lezzetli gelirdi ki , ben artık teyzelerin dönüş saatini ezberime almıştım ve hemen çıkıp köşede bekler olmuştum. Aslında beklediğim o bir lokma sıcak ekmek değildi. O köy kadının işini bitirmenin huzuruyla al al olmuş yanaklarında ki huzuru, gözlerinde ki sevgi dolu mütebessim bakışı seyretmek, hissetmek mutlu ediyordu beni. Her şeyden öte yol boyu rastladığı çocuklara bölüp verdiği ekmek değil, yüreğindeki sonsuz sevgi, yardımseverlik, belki biraz annelik, merhamet; kısacası insanca, insani duygulardı.
Evet; zaman değildir değişen, bütün imkanlara sahipken mutlu olamayan, mutlu edemeyen, huzuru bilmeyen benliklerimizle, ihtiraslarımızla, hırslarımızla bizler değiştik, öyle bir değişim ki bu korkarım bizden sonraki nesillere sadece bencilliği, adam kullanmayı, yalanı, riyayı, adam sendeciliği miras bırakacağız.
Gönül ister ki iyilik etmede, yardımlaşmayı çoğaltmada, hoşgörü ve nezakette, sevgide, paylaşımda, fedakarlık yapabilmede değişime uğramadan, atamızdan, dedemizden, nenelerimizden daha üstün olabilme yarışına girerek gösterebilsek ve evlatlarımıza örnek olsak. İşte o zaman daha müreffeh bir dünyaya ve gelecek zamanlara gülümseyerek, iç huzuru içinde bakabiliriz.
Şimdilerde kardeş kardeşin kuyusunu kazar olmuş, Rabbim muhafaza buyursun. Halbuki yavrularımızın tertemiz hayatlarında, geçmişe baktıklarında, hayal ederken gülümseyerek özlemle yadedebilecekleri hatıraları olsa güzel olmaz mı? Elbette harika olur, çünkü ruhu, gönlü kötülüklerle kirlenmemiş her çocuk kalbi; ileriye yönelik güzellikler hayal edecek ve o huzurlu yüreklerin yetiştireceği nesil dünyanın kurtuluşu olacaktır.
Akıp giden zamana kusur bulmadan, ilerleyen teknolojiyi suçlamadan iyi niyetle hareket edersek her şey özlediğimiz gibi olabilir.
Teknolojiyi suçlarız ya çoğu zaman, doğrudur bir bakıma. Zira imkanların artması insanları birbirinden uzaklaştırmakla kalmayıp yalana da sevk etmekte. Öyle ya; evin hanımı beyini arıyor, beyefendi arkadaşlarıyla eğlencede, mühim bir toplantının ortasındayım diyor. Eh cep telefonları çıktı mertlik bozuldu, yalanlar su gibi akar oldu. Eşler eşlerine, çocuklar ebeveynlerine dürüst davranmamaya başladılar.
Merhamet yok, vicdanlar susmuş, gözler doğruya bakar kör, gönüller yalanlarla kararmış ve biz suçu değişen zamana atarak kurtulamayız. Öncelikli olarak, Allah’ından korkan, inançlarımızın gerektirdiği gibi ve elbette ceddimizin mertliği, imanı, ahde vefası, uhuvveti bize tekrar ışık olup yolumuzu aydınlatmalı. Ve hiç kimsenin olmayan, Allah’ın mülkü olan “dünya”nın her yerinde, sadece ve sadece kendisine kul olması için yaratılan, hepsi aynı yaratılış özelliğine sahip, yani doğup büyüyen ve bir noktadan sonra geri saymaya başlayıp, yeryüzünde sürdürdüğü kısacık yaşantısını küçük kıyametiyle sonlandıran, gerçek ve sonsuz bir dünyaya göçecek olan insan, yani bizler kendimize gelmeliyiz. Özümüze dönüp, ilerleyen teknoloji nimetlerinden müsbet ve yeterince faydalanarak, geleceğimiz olan çocuklarımıza her şeyin daha güzel olacağını gösterip, yaşatabilmeliyiz.
Değişelim ama fazilet yarışında; hoşgörüde, yardım severlikte değişime uğramadan yolumuzda ilermeyi de bilelim.
Bir odanın içinde otururken birbirimizin ruh halinden habersiz, bir kelam konuşmadan, sabahı etmeyelim. Teknolojinin bizi öldürmesine izin vermeyelim.
Bediüzzaman der ki;
"Zaman değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur."
İşte tam da bu sarhoşluk, insanları, daha iyi yaşama, daha şaşaalı, gösterişli evlere, arabalara sahip olma duygusu, bizi birbirimizden uzağa düşürmüş. Artık sadece hedeflediği hayata sahip olmak isteyen bizler; eş, dost, akrabaya hal hatır sormaktan aciz olmuşuz. Dış görüntü itibariyle imrenilecek hayatlarımız var gibi dursa da manevi noktada acınılacak durumda olduğumuz bir gerçektir.
Asrın ve insanların değiştiğini bahane ederek, kendi gafletimiz içinde kaybolmak, ahlaki ve imani değerlerden gün be gün uzaklaşarak kendi bahane ve gerekçelerimizi üretmekle ancak kendimizi kandırırız ve zamanı gelincede sadece kendimiz değil, bütün sevdiklerimizi bu hengame içinde yitirebiliriz.
Dikkat ediyorum artık insanlar konuşmuyor, hal hatır sormuyor adeta makineleşmiş, genellikle ellerinde iletişim aygıtlarıyla dünyayı kurtaran cengaverlere dönmüşler. Herkes her şeyi çok biliyor. Bildikleriyle amel ediyorlar mı? Tartışılır.
Tartışılır diyorum, çünkü gelişen dünyada insani duygular körelmiş ve vicdanlar kirlenmiş. Oysa teknoloji ilerlerken, çağı yakalamak adına, her şeye sahip olalım duygusuyla hareket ederken acaba insan doğasını, insan yüreğini, içimizdeki çocuğu ve çocuklarımızın dünyalarını saf, dejenere olmadan, tertemiz bırakamaz mıydık?
Tabii ki bırakabilirdik, lakin, biz bu kadar özümüzden ayrılıp, medeniyet canavarına bu denli kapılacağımızı düşünemedik.
Çünkü, teknolojik gelişimler aklımızı aldı…
Yüreğimiz mahzun, aklımız çocukluğumuzun tozlu sokaklarında, hayallerimiz karanlıkta kaldı Vesselam…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.