Hümeyra Yıldız Dülek
İyilik Adına Farklı Olmak
Bir selamla yıkabiliriz,
Yıkılmaz sandığımız duvarları,
Eritebiliriz buzları,
Tebessüm ettirebilsek hüzünlü gözleri,
Fethetsek sevgiyle gönülleri.
Yapabiliriz, yaşatabiliriz güzellikleri.
Esirgemeyelim!
Ertelemeyelim!
Bugün okuduğum sıcacık bir hikayeyi yazmak istedim size dostlar.
Seviyordu hercai menekşeleri. Çünkü çocukluğunun çiçekleriydi onlar. İki katlı evlerinin bahçesinde mor mor gülümserdi Hande’ye.
Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi. Gölgeyi sever menekşeler derdi. Oysa; öğretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yaptığını anlatmıştı, bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.
Her bitki güneşi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar? diye düşünüyordu bazen, ama menekşelere olan sevgisi sonsuzdu. Mor menekşelerin farklı olmasını seviyordu belki Hande…
Henüz ilkokula gidiyordu ve o yaşta menekşeler gibi farklı olmak için uğraş vermeye başlamıştı.
Ve sınıfta üstü başı kirli, saçları dağınık biraz da tembel olan Hacer’in yanına oturmak istediğini söyleyerek farklılığını göstermiş ve öğretmenini hayrete düşürmüştü.
Öğretmeni mühendis Kamil beyin kızının, Hacer’in yanına oturtmasını kabul etmedi ve Hande’nin annesiyle konuştu.
Annesi eve gelince Hande'ye sordu:
- "Neden yavrum Hacer'in yanına oturmak istiyorsun?"
Hande cevap verdi: " Hani geçen bahar menekşeler ekiyorduk ya anne, o gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin. Oysa, her bitki güneşi sever. Menekşeler farklı...
Belki de bu yüzden bu kadar güzeller… Hacer'in yanına kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum. Belki, Hacer de güzeldir, onu fark etmek istiyorum." dedi.
Hande'nin annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4. sınıf öğrencisi kızının olgunluğuna hayran kalarak :
- "Peki kızım, kimin yanına istersen oturabilirsin." dedi.
Pazartesi, Hande Hacer'in yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi, hem Hacer. Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlar da soğumuştu Hande'den. Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi iki kere anlatma ile anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti?
Sınıftaki en samimi arkadaşı Doktor Cemal beyin kızı Esin idi ve artık Hande’yle pek konuşmaz olmuştu.
Hafta sonları ailece görüşüyorlardı ve Esin hafta sonu buluşmalarında da Hande’ye surat asıyor ve konuşmuyordu.
Bir gün, Hande ve ailesi, Esinlerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler.
Hande, gene Esin'in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu. İçin için de Hacer'e kızmaya başlamıştı, arkadaşları ile arasının bozulmasına sebep olmuştu. Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu, yoksa aptal mıydı?
Sonra menekşeleri hatırladı. Hemen düşüncelerinden utandı. Hacer, farklı diye yargılamamaları gerekiyordu. Hacer'in kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inanıyordu.
O gün panayıra gittiler ve Esin, somurtarak Hande’nin karşısında oturuyordu. Hande, can sıkıntısından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı. Kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok seviyordu. Yürüdü, yürüdü. Köye gelmişti.
Bir evin önünde durdu. Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti. Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi.
Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi, eve doğru bir adım attı, kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti. Bu Hacer idi. Hande'ye gülümsüyordu. "Hoş geldin Hande" dedi Hacer, biraz ürkek "Buyurmaz mısın?"
Şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi. Oda, sıcacıktı. Odun sobası her yeri ısıtmıştı. Menekşeler! diyebildi sadece Hande, "Bu soğukta?!"
Hacer gülümsedi: "Onlar annem için, annem onları çok sever." Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.
- "Annen hasta mı?" dedi. Hacer: "Evet, 2 sene önce felç oldu, ona ben bakıyorum. Bizim kimsemiz yok. Bir tek ineğimiz var, onunla geçiniyoruz ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor." dedi Hacer utanarak...
Bir de dedi: "Bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum." Hande'nin gözleri dolmuştu.
Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı. Dışarıya koştu ve annesine sarıldı, ağlıyordu. Bir müddet sonra "Anne, bu Hacer!" diye tanıştırdı sıra arkadaşını.
Sonra Hande’nin annesi de içeri girdi. Hacer'in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte. Hande, annesine Hacer'in hayatını, ağlayarak anlattı. "Bir şeyler yapalım anne" dedi.
O hafta, annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Hacer'i kendi evlerine taşıdılar. Hacer, artık Handelerden okula gidip geliyordu. Ne dağınıktı, ne de aptal. Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu.
Seneler geçti. Hacer ve Hande bir arkadaş değil birbirlerine can olmuşlar, kardeş olmuşlardı.
Mor menekşeler Hande’ye Hacer'i armağan etmişti. Hacer'e ise; hem Hande'yi, hem hayatı...
Seneler sonra ikisi de evlendi... Hacer doktor olmuştu ve kardeşi Hande’nin ona yaklaştığı gibi; vicdan ve merhametle tedavi ediyordu hastalarını.
Hande ise; bir öğretmen olmuştu, çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi öğretiyordu.
Evet çok da bir şey söylemeye gerek yok aslında. Keşke dünyayı güzelleştirmek adına farklı yollardan farkındalığımızı arttırabilsek, çevremizdeki insanları anlasak ve kendimizi anlatabilsek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.