Sosyal Oruç

Bediüzzaman, 29. Mektup, İkinci Risale, “Ramazan Risalesinde”, avamın bilip anladığından çok farklı olarak oruç hakikatinin dokuz hikmetini dokuz nükte içinde beyan etmiştir. Ramazan’ın maddi-manevi bir feyiz ve bereket ayı olduğunu bilmenin ötesinde onu hissederiz. Öyle ki, bu bereketli olma hali, zemin, zaman ve insanın üzerine kendine has mührünü vurur; zemin ve zaman adeta Ramazanlaşır, oruç sosyalleşir toplum da Ramazan olur.

Mesela, Ramazan’ın şahsilikten çıkıp, sosyal bir vücut halinde tecessüm ettiğini, ete kemiğe büründüğünü, üstelik bu Ramazanlaşma halinin bir ömür boyu devam ettiğini tahayyül ve tasavvur ettiğimizde ortaya, insaniyet adına ne muhteşem bir tablo çıkar. Hele cinayetlerin ve her türlü şiddetin gerek fiziksel gerek sanal ve gerekse dijital ortamlarda artarak kişiyi, aileyi ve nihayetinde tüm toplumu tehdit etmeye yani toplumsallaşmaya -hatta kanıksanmaya- başladığı; çözüm bulmakta yöneticilerin bile yetersiz kaldığı; gelecek adına hepimizi tedirgin ettiği bir zamanda, “beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilacı” olarak ve “doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurup kırmakla” oruç; beşerî kanunların çok fevkinde daha fazla tesire ve yaptırım gücüne sahip bir ilaçtır. Hak dini (İslâm’ı) vicdanlara hapsetmek; “şuurlu fıtrat” olan vicdanları da baskı altına almak isteyenler ve sosyal hayatta “imanın binler mehasininin” görünür olmasına engel olanlar ile “dini dahilde menfi tarzda kullananlar” neticede toplumsal vicdan kültürü oluşumuna da mâni olmaktadırlar. Memleket ve millet sevgisi iddiasında samimi olanlar, milletin ikbali ve istikbali, refah ve mutluluğu, barış ve huzuru adına bir kez daha düşünmelidirler.

İslamiyet insaniyet-i kübradır.” (Bediüzzaman) sözünün şerhi ve izahı mesabesinde, “İyi insan olmadan iyi Müslüman olamayız.” hakikatli sözünün sahibi ve gerçekten bilgelik ile devlet adamlığını meczetmiş bir insan olarak, Balkanların Bilge Kralı ismiyle müsemma, Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı merhum Aliya İzzetbegoviç (1925-2003), Doğu Batı Arasında İslâm isimli kitabında der ki, “Materyalist düşünce, hayatı iki cümle ile açıklar: zevk almaya çalışmak ve acıdan kaçmak.” Tabiatıyla bu düşüncenin “insan ve hayat” anlayışı ve tanımı baştan yanlıştır ve bunlara dair çözüm önerileri de hatalıdır. Evet, siyasi, iktisadi/ekonomik ve içtimai/sosyal meselelerin çözümünü, sadece bedene ya da sadece ruha hitap eden -izm’lerin materyalist veya spiritüalist reçetelerinde aramak yerine, insanımızın hem maddi hem manevi yönüne hitap eden ve milletimizin bünyesine uygun, kendi kültür ve medeniyetimizin ruh ve mana köklerinde, kaynaklarında ve dinamiklerinde aramalıyız. Öyle ki, Risale-i Nurlar; insanın aklına, kalbine, ruhuna, vicdanına ve sair letâifine hitap etmekle tek başına bu ihtiyacı karşılayacak kuvvete ve yeterliliğe sahiptir. Zira o, Kur’an’a, Kur’an da Ezel ve Ebed Sultanı Allah’a (cc) bağlıdır.

Gündüz vakti gözünü kapar gibi, böylesi hazineye karşı müstağni bir vaziyet almakla politik, iktisadi ve sosyal hastalıklarımızın ve kronikleşme eğilimi gösteren sorunların tedavi sürecini ötelemiş oluruz o kadar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.