Enaniyet Çağının Libası: Kibir

Sorumluluktan ve kendinden kaçmak için mazeret ve bahaneler üreten akıl ve irade sahibi tek varlık -herhalde- insanoğludur. Âlemde böyle başka bir varlık var mıdır bilmiyorum.

Mesela, insan, muhayyel ve mevhum düşmanlar icat ederek sorumluluktan ve kendinden kaçar, kendisiyle yüzleşmek istemez. Çünkü zor iştir yüzleşmek.

Büyük cihat da düşmanla değil, insanın kendisiyle yaka paça olma mücadelesidir. İnsanın kıymettar oluşuna ve cihadın önemine binaen “büyük” oluşu buradan geliyor olmalıdır. Fakat kendisiyle yaka paça olmanın önünde, Çin Seddi gibi duran pek çok engeller vardır. En büyüklerinden ikisini söyleyelim:

Birincisi, kibirdir. Kendini dev, başkalarını cüce görme hastalığı.

İkincisi, enaniyettir. Benlik değil bencil kişilik. Enaniyet asrının mottosu: “Önce ben! Sonra ben! Daha sonra yine ben!”

“Bende yalan olmaz!” “Bende yanlış olmaz!” “Bende şu olmaz, bende bu olmaz!”

Sağdan bakınca Polyanna, soldan bakınca Pinokyo. “Uç!” deyince “deve”, “Koş!” deyince “kuş” oluveren, antika yaratıklardır. Ortama göre renk, konjonktüre göre kimlik değiştirmekte, bukalemunu bile kıskandıracak hıza ve maharete sahiptirler. Mehmet Akif’in şöyle dediğini söylerler: “Artık ikiyüzlüleri sevmeye başladım. Çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım.” “Yüzsüzdür insanoğlu kimse bilmez fendini…” diyen de Mehmet Akif’tir.

Çok sık libas değiştirince iltibas kaçınılmaz oluyor.

Kibir ve enaniyet libasını sırtına geçirmiş bir insanın, hariçte düşman aramasına ihtiyaç yoktur.

Kibir ve enaniyet, dev bir obruk/çukur misali; kibri büyüyüp enaniyeti kalınlaştıkça hissiyatıyla birlikte sahibini yutar.

Kibir ve enaniyet elbisesine bürünmüş beşer, tebdili kıyafet yapmış bir başka varlık olup çıkar karşımıza.

Kibir ve enaniyet oltasına takılan âdemoğlu, tıpkı GDO’lu besinler gibi dönüşüme uğrar, eylemi de söylemi de değişmeye başlar. Önceleri, “Biz… Biz” derken, çaktırmadan “Ben...Ben” demeye başlar ve nihayet ansızın, karşımıza, bir kibir abidesi olarak çıkıverir.

Burada; çirkin olan şey, kibir ve enaniyet denen davranış bozukluğu ve patolojik tavrın, kendini inançlı olarak tanımlayan insanlarda tecessüm ve tezahür etmiş olmasıdır. Buna, oksimoron denilen, “kendi içinde çelişkili ifadenin”, yaşantımızda cisimleşmiş vaziyetidir desek yanılmış olmayız. Bu, inancıyla ters düşen insanı ve birbirine taban tabana zıt iki kavramı tanımlayan bir olgudur.

Mesela inançlı olmakla, kibirli olmak.

Mesela, inançlı olmakla, yalan söylemek.

Mesela, inançlı olmakla, iftira atmak.

Mesela, inançlı olmakla, insanların hak ve hukukunu gasp etmek.

Mesela, inançlı olmakla, başkasının canına ve malına kastetmek.

Daha onlarca oksimoron halini sayabiliriz.

Kibir ve enaniyetin tarihte tecessüm etmiş örneği Firavun’dur desek, sanırım, az bile söylemiş oluruz. Kur’an onun şöyle dediğini naklediyor: “Ben sizin en yüce rabbinizim!” (Naziat,24) Nihayetinde fani, ölümlü, âciz, kendi bedenine bile sahip olamayan ve hakikisi manasıyla hiçbir şeye malik olmayan bir insanın; kral bile olsa, ilahlık iddiası, öyle basit, sıradan, normal kabul edilebilecek bir iddia olmasa gerektir. Böyle birisinin ruh hali normaldir diyebilir miyiz? Bu tarihi örneğe istinaden diyebiliriz ki, kibir ve enaniyet; temellük, tahakküm ve tagallübü netice veren patolojik bir vakadır.

Kibir ve enaniyet, insandaki manevi bünyeyi oluşturan binler hissiyatın, doku ve hücrelerin bozulmasını, işlevini yitirmesini, hastalıklı hale dönüşmesini netice vermektedir.

Kişinin duygusal hayatında yaşadığı savrulmaya, duygu durumundaki bozukluk diyorlar. Duygusal gelgitler, metcezir halleri, manevi yaşamda dengesizlik, nevrotik tavırlar, melankolik haller bu bozukluğun işaret fişekleri, S.O.S sesidir.

İnsan küçük bir kâinat, kâinat büyük bir insandır. Buna istinaden denebilir ki, insan küçük bir toplum, toplum büyük bir insandır. Öyle de bireysel savrulmayı bir de toplumsal çapta bir savrulma olarak tahayyül ve tasavvur edelim. Sizce, nasıl bir toplumsal manzara çıkar karşımıza? Mesela, korkutucu bir hayalet?... Ya da bir gulyabani?..

*

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum