Mahmut Kaplan
Zamandan Şikâyet
Şairler, duygusal, hassas insanlar olduğundan muratları üzere akıp giden zamanlarından şikâyet eder, yakınırlar. Sıradan insanı üzmeyen, gülüp geçeceği küçük serzenişler, imalar, iğnelemeler onların iç âlemlerinde fırtınalar koparır, öfke dalgaları kabarır; hınçlarını keskin bir kılıç etkisi yapan kalemleriyle yazdıkları şiirlerinin mısralarına döker, rahatlar, huzura ererler. Bu tavır şairane olsa da sözlerinde gerçeklik payı olduğu unutulmamalıdır. Şair çabuk etkilenir, müteessir olur, üzülür. Öfke ve kızgınlıkları böyle olduğu gibi sevinmeleri, sevinçten külahını göğe atması da basit, çocukça bir sebepten kaynaklanabilir. Belki de bu yüzden toplumun önünde gider, zaman zaman da çatışmaların, kavgaların, arbedelerin içinde kendisini bulur. Olup bitenleri şair sezgileriyle hisseder, mısralarında ölümsüzleştirir, maşeri vicdana tercüman olurlar. Bu yönleriyle de gadre uğrar, devrin güç sahiplerinin elinden çekmediği eziyet, katlanmadığı sıkıntı kalmaz.
Latifî Tezkiresi’nde Şânî adlı Kastamonulu bir şairin öyküsü anlatılır. Hayatı hakkında kısaca bilgi verildikten sonra, hak ettiği halde istediği memuriyete atanamayan şairin bir de hayal kırıklığını anlatan manzumesine yer verilir. Bu manzumede, akranlarından bilgili olduğu halde torpili aşamayan Şani’nin isyanı dile getirilir. İmtihanda başarı gösterdiğine inanan şair, atanmamış; yerine sırtını yetkililere dayayan bir başkasının atanmasından duyduğu öfkeyi “cehle” methiye denebilecek ironik bir manzumeyle anlatmaktan kendini alamamış:
Ey felek meylin eğer câhil ü nâdâna ise
Ben dahi tâ o kadar kâmil ü dânâ değilim
Ey felek eğilimin, yüz vermen cahil ve bilgisizlere ise, ben de o kadar olgun ve bilgili değilim.
Şairin söylemek istediği açık: Bilgisi kendisinden az olan rakibi torpil bulup önüne geçerek mansıbı kapmıştır. Yani felek ilme ve erdeme değil de kayırmaya ve cehle meyletmiştir. Beyit müthiş bir ironi taşıyor. Sağlam bir mantık örgüsü içinde, kâmil bir insan olmadığını (!) söylüyor. “Ta o kadar” derken de vazifeye atanan rakibine inceden göndermede bulunuyor: Ben onun kadar olmasa da cahil biriyim, bu göreve atanabilirim. Şair, yetkililere içindeki öfkeyi haykıramadığından olsa feleğe yükleniyor. Felek, mevhum bir hedef, bir nevi şamar oğlanı. Her şair, sitemini, gayzını, öfkesini ona boşaltır.
Bana bu cevr nedir sâhib-i irfân sanuben
Ehl-i fazl anladın ise beni hâşâ değilim
Beni irfan sahibi sanıp bu eziyet (etmen) neden; beni erdemli sanıyorsan, haşa ben (böyle biri) değilim.
Şâni, bu iğneleme yönü çok ince beyitle feleğe sitemini sürdürüyor: Bana eziyet etme, benim de yüzüme gül. Madem cahiller, aptallar senin katında makbuldür; ben de sandığın kadar faziletli, erdemli, irfan sahibi değilim. Çok ağır bir hiciv. Günümüzde de benzerleri yok mu? İş kapanlar, köşe başlarını tutanlar daha çok şairin hicvettikleri cinsten değil mi? Eğer bir kimsenin desteği, dayısı, dayanağı yoksa ağzıyla kuş tutsa isteğine kavuşamaz. Ziya Paşa’nın dediği gibi:
Bedbaht ana derler ki elinde cühelânın
Kahrolmak için tahsil-i ilm ü hüner eyler
Aradan asırlar da geçse feleğin kâmil insanlara, hüner sahiplerine tavrı hep aynı kalıyor. Bir ömür çalışır, çabalar, ilim öğrenir, hüner elde eder, marifet sahibi olur fakat elinde sermaye olarak sadece çektiği sıkıntılar kalır.
Echel-i dûn u denîyim bana da bir nazar et
Gayrdan humk u belâhatda da ednâ değilim
Ben, aşağılık alçak bir cahilim, bana da bak; ahmaklıkta başkalarından aşağı değilim.
İnsanın burnunun direğini sızlatan teessüfü deşmeğe bilmem gerek var mı? Ha dün, ha bugün, değişen ne? Şairin bağrı yanmış, hak ettiği mansıbı başkaları kapmış. Ona sadece hayıflanmak, kahrolmak kalmış. O da peş peşe sıralıyor kelimeleri: Aşağılık bir zır cahilim, ahmaklık dersen başkalarından geri kalmam derken ne kadar öfkeli değil mi? Tersinden bakarsak beyte, bu ağır hakaretlerin, göreve atananla, onu atayanlara yönelik olduğunu ayan beyan görürüz. Ey felek, diyor; madem bu vasıflarda olan birinin elinden tutuyorsun, ben ondan aşağı kalmam! Beni de gör, elimden tut…
İmtihân eyle beni cehl ile gelsin cehele
Ki gabâvetde bugün kimseye hemtâ değilim
Cahiller gelsin, beni cahillikle imtihan et; kalın kafalılıkta ahmaklıkta başkalarına eş olamam (onlardan daha ileriyim).
Beni sına, söylediklerimde doğru olduğumu göreceksin, diyor. Onun sıkıntısı imtihanla: Doğru cevapları işe yaramamış, mansıbı kaptırmıştır. Gelin, beni cahillik, kalın kafalılık konusunda imtihan edin. Bakın ne cevherler var bende. Ben, o göreve tayin edilenlerden daha cahilim, daha aptalım, diyerek yine muhataplarını tiye alıyor. Gazel boyunca süren bir ironi ve bunu besleyen bir öfke insanı sürükleyip götürüyor.
Mansıb almak nic’olur göstereyim cühhâle
Cehl ile şimdi hele dahi tüvânâ değilim
Gerçi şimdilik cahillikte o kadar güçlü değilim (ama) makam almak nasıl olurmuş katıksız cahillere göstereceğim.
Zaman geçse, asır değişse de insanoğlunun bazı zaafları değişmiyor. Yüzyıllar önce yazılan bu mısralar günümüzü kapsayacak kadar canlı. Çünkü bugün de aynı durumlar yaşanıyor. Şair, cehaletteki eksikliğini mansıba atanınca telafi edeceğini, bu husustaki maharetine zır cahillerin adeta şapka çıkaracağını haykırıyor. Ben cahillik neymiş gösteririm diyerek ironik bir meydan okumada bulunuyor! Şair, aşağıdaki başka bir şiirden alınan beytinde yine benzer durumları hicvediyor:
Vah bilmedik ki mûcib-i noksân imiş kemâl
Tahsîl-i mâl eyle ki şimdi kemâl imiş mâl
Yazıklar olsun, olgunluğun noksanlık sebebi olduğunu bilemedik. Mal kazan, şimdi olgunluk servet iledir.
Beyit çok düşündürücü... İnsanlar arasında saygı, rağbet görmek istiyorsan mal mülk, ya da servet sahibi olacaksın. Hoca merhum boşuna mı “Ye kürküm ye!” demişti? Tarih boyunca peygamberlerin, velilerin, filozof ve mutasavvıfların maruz kaldıkları eziyetler, zindanlar, sürgünler hep kemallerinin başkalarınca hazmedilememesinden değil mi? Peygamberler, veliler, mutasavvıflar, filozoflar arasında olup da bu dünyada rahat yaşayan, zalimler tarafından asude bırakılan bir tek kişi var mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.