Hümeyra Yıldız Dülek

Hümeyra Yıldız Dülek

Bu Acılar Diner mi?

Kadın omzundaki rengi solmuş, hatta birkaç yeri açılmış, oldukça eski şalına adeta en vefalı, en eski, en samimi, bir ve tek dostuymuş gibi sarılmıştı. Sonbaharın hüznünü anlatan sarı yapraklar ve artık eserken insanın içini ürperten rüzgar ve gözlerinin dalıp gittiği sonsuz mavilik sanki onu hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Ne denizin üzerinde dans eder gibi uçan onlarca martı, ne havanın serinliğine rağmen fütursuzca suya dalıp çıkan karabataklar, ne de kıyametleri koparıyor gibi çok geniş alanı etkileyerek denizi ortadan ikiye yarmak istercesine hareket eden sahil güvenlik botu dikkatini çekmiyordu. Dalmıştı ama öyle böyle bir dalış değildi bu...

Gözlerinin altındaki kırışıklıklar ve ovuşturup durduğu ellerindeki kahverengimsi benekler yaşını az çok ortaya çıkarıyordu. Öylesine dalgın öylesine üzgün ve karamsar bir duruşu vardı ki gidip masasına oturup derdine çare olma hissine kapılmıştım. Lakin bir süre izlemekle yetindim.

Kadının üzgün ve sıkıntılı duruşu masasına yaklaşan tebessümlü bir hanımın su gibi dinlendirici sesiyle değişti, az biraz o da gülümser gibi oldu, şalına sarıldığı kadar sıkı sarılmasa da sarıldı gelen arkadaşına. Arkadaşı diyorum, bilmiyorum belki de akrabası.

Biraz evvel boş bakan gözlerine arkadaşı gelince dert, çaresizlik, keder gelip çöreklenivermişti.

Her gün bir çay içimi bile olsa uğradığım bu sahil kafeden sanırım bugün ayrılamayacaktım. Yılların, eskimişliğin bütün halleri yanımdaki masada oturan bu kadında mevcuttu ve ben onu belki de yüzündeki hüznü, çok ileri giderek derdini merak ediyordum. O gün için yapmam gereken her ne varsa adeta unuttum ve kendime bir çay daha söyledim.

Çocuklara yapmasınlar diye tembihlediğimiz elbette bizim de yapmamamız gereken ayıp bir şey yapıyordum. Bütün alıcılarımı açmış, can kulağıyla kadının titrek bir sesle arada ağlayarak anlattıklarını dinliyordum.

“Ne yapayım ahretlik sen söyle” diyerek söze başladı yüreği yangın yeri olmuş kadın.

“Malum bir ayaklanma yaşadık. Biliyorsun damat albay. Üç dört gün önce görevli olarak şehir dışına çıkıyorum, sende çocukları al yazlığa git dedi kızıma. Kızım da anne hep birlikte gidelim deyince, yola çıktık. Biz torunlarla zaman geçirmeyi hep severiz bilirsin. Çocuklar da dedeleriyle birlikte olmayı seviyor. Gittik, gitmez olaydık. İki gün sonra ortalık karıştı. Kızım telaş, korku ve endişe içinde günlerce eşine ulaşamadı. Çocuklar küçük değil, her şeyin farkında. Babalarına ulaşamadığımız gibi onun silah arkadaşlarına da ulaşamıyoruz. İstanbul’a dönüp dönmemekte kararsızlık yaşıyoruz kızım ve ben. Ama ne torunları ne de benim adamı yazlıkta tutmak mümkün olmadı. ‘Vatan söz konusuyken, burada ne işimiz var biz gidiyoruz, ister gelin ister gelmeyin, ama bence gelin, hep birlikte olalım,’ dedi eşim. Hep birlikte İstanbul’a döndük.”

“O gün bugündür içim yanıyor, beynim uyuşuyor, yirmi yıl, ahretlik dile kolay yirmi yıl soframıza oturdu, evimde dolaştı, birlikte güldük, sevindik yeri geldi üzüldük, heyecanlandık. Elimi öptü, gözümüzün içine baktı. Allah’ım; her bakışı, her konuşması, her hali yalanmış. Şimdi içeride vatana ihanetin hesabını veriyor. Ama bize yılların hesabını, kızıma, evlatlarına yaptığı bu haksızlığın hesabını verebilecek mi? Gerçi haksızlık olarak düşünüyor mu ki? O da muamma. Pişman mı? Neye binaen bu örgüte inandı? İnsanın aklını başında tutabilmesi na-mümkün be kardeşim.”

“Biliyor musun? Kızım hemen boşanma davası açtı ve dün mahkemeleri sona erdi, boşandı anlayacağın. Oğlanlar ‘okula gitmek istemediklerini’ söylüyor, dedelerine yalvarıyorlar, ‘bizi yurt dışına gönder, bu utançla nasıl arkadaşlarımızın yüzüne bakarız,’ diye, koca çocuklar ağlıyor ahretlik.”

“Hep derdin ya, Maşaallah yaşına rağmen bir rahatsızlığın yok, çok iyi bakıyorsun kendine. diye.”

“Ah be ahretlik, her yerim ağrıyor, daha doğrusu adı belli olmayan bir acı bütün vücudumda dolaşıyor, başım, gözüm, kulağım, elim, ayağım ve en çokta kalbim.”

“Kızım zaten bitti, bakışları kurudu, evin içinde var mı, yok mu bilmiyoruz. Karşı komşunun oğlunun ismi Güven. Komik gelebilir ama çocuğu görünce yolunu değiştiriyor benim kız. Ve dilinin tesbihi oldu, nasıl güvendim, kime güveneyim, nereye gideyim...”

“Söylesene bu yaralar iyileşir mi? Bu acılar diner mi?”

Öylece dinliyorum, bu sefer üç çayın yanına birer tost söylüyorum garsona. Ne ara, yükünün altında ezilip kaybolurken bile vatan deyince gözleri çiçek açan bu kadının masasına geçtim, ve bu geçişi onlar onayladılar mı? Ben ne ara bu masaya dahil oldum bilmiyorum. Lakin acının hakkını veren kadının elleri ellerimde, ve hislerini dillendirirken, ıstırapla ağlarken ona eşlik ediyorum. Hatta onun sakinlediği zamanlarda bile kendimi ağlarken buluyorum.

Kalbindeki amansız acıyı gözlerine oturtmuş, içindekileri masaya bırakmanın rahatlığıyla;
“Adı olmayan duygularımı içimde taşımaktan yoruldum ahretlik, bir gün anlaya bilirseniz bana da anlatın bu ihaneti,” diyerek yavaşça ayağa kalktı, tokalaştık, ahretliğine yine uzak bir sarılışla sarıldı, şimdi yüzünde iki misli endişe vardı, belki de dökülüşüne az biraz pişmandı, “Gideyim artık” dedi.

“Otur, yağmur başladı,” dedi ahretliği.

“Aslında döküldüm kaçıyorum, sanki içimdeki hengameden kaçabilmem mümkünmüş gibi, kaçıyorum işte.” Sonra konuşmamıza fırsat vermeden yavaş adımlarla kafenin kapısına ilerledi. Eski anıların içinden, yitik zaman ve mekânlardan ilerler gibiydi. Yaşlı kadın yağmura şemsiyesiz yakalanmıştı. Yıllarca mutlaka güzel, çirkin, tatlı, heyecanlı olaylar yaşamıştı her insan gibi. Ve eminim hatıralarıyla mutluydu.

Konuşmasının bir yerinde, “Her olay, her yaşanmışlık bir ders, bir ibretti bana. Ama bu; ömrü ahirimde yaşadığım unutulur mu? Ben yok saysam kızımın ve torunlarımın peşini bırakır mı? İzi kalmaz mı? Sadece kendi dünyanızda ne kadar masum olduğunuzu bilseniz de o güvensiz bakışlar size değdiğinde canınız yanmaz mı?” demişti.

İçindeki acı denizinin dalgaları, yüzündeki çizgiler kadar derindi. Okyanuslarda boğulmuş, dağlarda kaybolmuştu. Sağanak yağmurlar sadece bedenine değil yüreğine de yağmaya başlamıştı.

Kafenin kapısından çıkarken döndü öldürücü bir tebessüm fırlattı yüzümüze, içi kanıyor gibiydi, ahretlikle göz göze geldik ikimizde ağlıyorduk.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.