Habip Artan
Risale-i Nur Talebelerinin Hususiyetleri - 4
□ Risale-i Nur’a hizmeti en birinci vazife bilmek.
□ Hizmetteki sıkıntılara tahammül ve sabır göstermek.
□ Hizmette nefsi öne sürüp ücrette unutmak.
□ Sarsılmaz metanet sahibi olmak.
□ Sadakat, sebat ve sıkı irtibat içinde olmak.
□ Manevi fırtınalara karşı dikkatli ve ihtiyatlı olmak.
□ İman hizmetkarlığını gizlememek.
□ Mümkün oldukça na-mahreme bakmamak.
□ İman hizmetini hiçbir şeye alet etmemek.
□ Başkalarının da imanını kurtarmayı vazife bilmek.
□ Namaz tesbihatını terk etmemeye çalışmak.
□ Risale-i Nur derslerini ihmal etmemek.
□ Başka mesleklere düşmanlık değil kendi mesleğine muhabbet etmek.
Konu ile ilgili Risale-i Nur’dan derlenmiş hususlar:
Hem, Risale-i Nur’un has talebeleri, baki elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde iken, zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla, vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlar ile bulaştırmamak gerektir. [5]
Madem ahiret için, hayır için, ibadet ve sevap için, iman ve ahiret için Risale-i Nur ile bağlanmışsınız; elbette bu ağır şerait altında herbir saati yirmi saat ibadet hükmünde ve o yirmi saat ise Kur’an ve iman hizmetindeki mücahede-i maneviye haysiyetiyle yüz saat kadar kıymettar ve yüz saat ise böyle herbiri yüz adam kadar ehemmiyetli olan hakiki mücahid kardeşler ile görüşmek ve akd-i uhuvvet etmek, kuvvet vermek ve almak ve teselli etmek ve müteselli olmak ve hakiki bir tesanüdle kudsi hizmete sebatkarane devam etmek ve güzel seciyelerinden istifade etmek, bütün sıkıntılara karşı mezkûr faydaları düşünüp sabır ve tahammülle mukabele etmek gerekir. [3]
Her türlü meşguliyet ve zarara rağmen hizmetten geri durmamak Risale-i Nur’un hizmet ettiği hakaik-ı imaniye her şeyin fevkınde olduğu gibi, bu zamanda her şeyden ziyade onlara ihtiyaç var. Dünyanın en mühim meşgaleleri, belki büyük zararları, onların hakaik-i imaniyeye ihtiyaçlarını susturmuyor. [3]
İnsan nisyandan alındığı için, nisyana müpteladır. Nisyanın en kötüsü de de nefsin unutulmasıdır. Fakat, hizmet, sa’y, tefekkür zamanlarında nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalalettir. Hizmetler görüldükten sonra, neticede mükafat zamanlarında nefsin unutulması kemaldir. Bu itibarla, ehl-i dalal ile ehl-i kemal, nisyan ve tezekkürde müteakistirler. Evet dall olan kimse, bir iş ve bir ibadet teklifinde başını havaya kaldırarak firavunlaşır; lakin mükafatın, menfaatin tevziinde bir zerreyi bile terk etmez. Amma nefsini unutan ehl-i kemal, sa’y, tefekkür, sülûk zamanlarında her şeyden evvel nefsini ileri sürüyor; fakat neticelerde, faydalarda, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor. [7]
İ’lem, eyyühe’l-aziz! Ücret alındığı zaman veya mükafat tevzi edildiği vakit, rekabet, kıskançlık mikrobu oynamaya başlar. Fakat, iş zamanında, hizmet vaktinde o mikrobun haberi olmuyor; hatta tenbel olan adam çalışkanı sever, zayıf olan kaviyi takdir ve tahsin eder. Fakat, çalışmasını ister ki, iş hafif olsun, zahmetten kurtulsun. [7]
Dünya da umûr-u diniyeye ve a’mal-i ahirete iş ve hizmet için kurulmuş bir fabrika olduğu cihetle ve o fabrika içerisinde işlenen ve yapılan ibadetlerin semeresi öteki alemde göründüğüne nazaran, ibadetlerde ekabet edilmemelidir. Olduğu takdirde, ihlası kaybolur ve o rekabeti yapan, halkın takdir ve tahsinleri gibi dünyevi bir mükafatı düşünür. Zavallı düşünmüyor ki, o düşünce ile amelini adem-i ihlas ile iptal eder. Çünkü, sevap îtasında ve ücret aldığında, nası, Rabb-i nasa şerik yapar ve halkın nefretlerine hedef olur. [7]
Madem biz böyle sarsılmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiyat takdir edilmez derecede kıymettar ve bütün dünyası ve canı ve cananı pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakikatin uğrunda ve yolunda çalışıyoruz; elbette bütün musibetlere ve sıkıntılara ve düşmanlara kemal-i metanetle mukabele etmemiz gerektir. Hem, belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zahirde müttakiler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlar ile uğraşmamak lazımdır, münakaşa etmemek gerektir. [3]
Cenab-ı Hakkın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsi ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymettar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette taksimü’l-mesai kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hasıl olan bir şahs-ı manevinin fevkalade ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kafidir. [3]
Hem madem bu zamanda herşeyin fevkınde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemiyet ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset alemleri ebedi, daimi, sabit hidemat-ı imaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz. [3]
Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalade hüsn-ü zan ve müfritane ali makam vermek yerine, fevkalade sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lazımdır. Onda terakki etmeliyiz. [5]
Asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadakatin şe’nidir. [3]
Risale-i Nur Talebelerinden bir genç hafız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: "Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım?" Dedim: "Mümkün oldukça namahreme nazar etme." Çünkü rivayet var; İmam-ı Şafiî’nin (r.a.) dediği gibi, "Haram-ı nazar, nisyan verir." [3]
Evet, Ehl-i İslamda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda sû-i istimalat ile israfa girer; haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hafızasına zaaf gelir. Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, husûsan bu memalik-i harrede o sû-i nazardan sû-i istimalat, umumi bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz’i-külli o şekvadadır. İşte, bu umumi hastalığın tezayüdüyle, hadis-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki:
"Ahirzamanda, hafızların göğsünden Kur’an nez’ ediliyor, çıkıyor, unutuluyor." Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-I Kur’an’a set çekilecek; o hadisin tevilini gösterecek. [5]
Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, bu zamanda Risale-i Nur’da, nokta-i istinad olarak avam-ı mü’mininin en ziyade muhtaç oldukları ve Nurda buldukları öyle bir hakikattir ki, hiçbir şeye alet olmayacak ve hiçbir garaz ve maksat içine girmeyecek ve hiçbir şüphe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek; ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar bulunacak, dünya maksatları ona karışmayacak. Ta ki, uzakta olan ehl-i iman, o hakikate ve sadık naşirlerine tam itimat edip, imanlarını zındıklanın ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli feylesofların itirazlarından ve inkarlarından kurtarsınlar. [1]
Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate muhtaçtırlar ki; kainatta hiçbir şeye alet ve tabi ve basamak olamaz; ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez; ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlup edemez bir tarzda iman hakikatlerini ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalaletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin. İşte bu nokta içindir ki, dahili ve harici yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onlan arayıp tabi olmuyor... Ta avam-I ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın; ve doğrudan doğruya hayat-ı bakiyeden başka hiçbir şeye alet olmadığından, fevkalade kuvveti ve hakikati, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale eylesin. [1]
Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da, hizmete ciddî devam ile olur. [5]
Namaz tesbihatının sırrına göre, nasıl ki namazdan sonra tesbih ve zikir ve tehlil ile bir hatme-i muazzama-i Muhammediye (a.s.m.) ve zikir ve tesbih eden ve rûy-i zemin kadar geniş bir halka-i tahmîdat-ı Ahmediye (a.s.m.) dairesine tasavvuran ve niyeten girmek medar-ı füyuzat olduğu gibi, ben ve biz de, Risale-i Nur’un geniş daire-i dersinde ve halka-i envarında ders alan ve dua eden ve çalışan binler masum lisanların ve mübarek ihtiyarların dualarına ve a’mal-i salihalarına hissedar olmak ve dualarına amin demek hükmünde olarak, onlarla tayy-i mekan ederek, hayalen omuz omuza, diz dize bulunmak hayaliyle ve niyetiyle ve tasavvuruyla kendimizi fevkalhad bahtiyar biliyoruz. [5]
Bahar ve yazın meşgaleleri, hem gecelerin kısa olması, hem şuhûr-u selasenin gitmesi ekser kardeşlerin bir derece neşeli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur, size fütur vermesin. Çünkü o dersler, ulûm-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bahusus, siz, daima bir iki hakiki kardeşi de bulursunuz. Hem, o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakkın zişuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimaından çok zevk alırlar. Sizin, o kısım arkadaşınız ve müstemîleriniz çoktur. [4]
Hem, mütefekkirane o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevi zineti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten semavat zemine gıpta eder ki, zeminde halisenlillah sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir iki adam, bir iki nefes, yani bir iki dakika beraber otururlar, kendi Sani-i Zülcelalinin çok güzel asar-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü asar-ı sanatını birbirine göstererek, Sanîlerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler. [3]
Hem de ilim iki kısımdır. Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir iki defa düşünülse kafi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi, her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. "Bir defa anladım, yeter" diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır. Önümüzdeki Sözler ekseriyet itibariyle inşaallah o cümledendir. [3]
Sen, mesleğini ve efkarını hak bildiğin vakit, "Mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat "Yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur. insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz. Başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez. [2]
Senin üzerine haktır ki; her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti halis olmayan bir adam, nasihati bazan damara dokundurur, aksülamel yapar. [2]
Tarafgirlikle bakan hiçbir kusuru göremez; ancak, garazkarlıkla bakan gizli kusurları da açığa çıkarır. [2]
Bir sonraki yazımız Risale-i Nur’dan kısa notlar
Allah’a emanet olunuz.
[1] Emirdağ Lahikası
[2] Mektubat
[3] Şualar
[4] Barla Lahikası
[5] Kastamonu Lahikası
[6] Lem’alar
[7] Mesnevi-i Nuriye
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.