Abdulkadir Menek
İsrail Vahşeti ve İslam Dünyası
Yine bombalar yağmaya başladı Filistin’e, Gazze’ye.
Masum insanların üzerine barut ve ölüm yağıyor kaç gündür.
Altmış yılı aşkın bir zamandır devam eden işgal ve saldırılar, daha hayasızca ve hızını artırarak Gazze’nin semalarını bir kabus gibi sarmış durumda.
Kudüs’ü işgal eden ve bu Peygamberler diyarını kendi çirkin emellerine alet etmek isteyen Yahudiler, buraya muhabbetle bakan her Filistinliyi düşman olarak görmeye devam ediyor.
Gözlerini ve kalplerini kin ve nefret bürümüş bu saldırganlar, bebek, çocuk, yaşlı, kadın, hasta, demeden herkesi kurşun yağmuruna maruz bırakarak kendi topraklarından sürmeye çalışıyorlar.
İsrailli Yahudiler onlarca yıldır çok profesyonelce ve acımasızca yaptıkları ve artık kendileri ile özdeşleşen kanlı ve çirkin bir senaryoyu sahnelemeye devam ediyorlar.
Gazze’de oturan ve oranın yüzlerce yıldır esas sahipleri olan Müslüman Filistinlileri, buralardan Sina bölgesine sürüp, topraklarını işgal etmek için ellerine geçen bir bahaneyi sonuna kadar kullanma telaşındalar.
Medeni geçinen ve insan hakları denince mangalda kül bırakmayan Batı devletleri, bu korkunç katliamı ve zulüm sahnelerini kılları bile kıpırdamadan seyrediyorlar.
Bu ülkelerin insan hakları denince sadece kendi vatandaşlarını ve kendi dindaşlarını dikkate aldıkları, her eylem ve faaliyetlerinde ne kadar da sırıtıyor.
Yüzlerce yıllık zulüm ve sömürge zihniyetleri neticesinde bugün geldikleri nokta ayan beyan bir şekilde gösteriyor ki, kendilerinden başka herkese hizmetkâr ve köle muamelesi yapmaktan hala vazgeçmiş değiller.
Bazı ülkeler de zevahiri kurtarmak kabilinden kuru birkaç söz ile vaziyeti idare etmenin telaşına düşmüşler.
Hiçbir şey yapmadan, sömürü sonucu sahip oldukları imkânlarının hiçbirisini kullanmadan timsah gözyaşları döken bu yalancılar, artık inandırıcılıklarını tamamen kaybettiler.
O kadar ki, kendi basın ve yayın organlarının üzerinde ciddi bir sansür uygulamaya başladılar. Beyaz Fosfor bombaları kullanan İsrail katilleri ile ilgili haberleri engellemeye ve susturma yolunu tercih ettiler.
Başka bir ülkede bu kabil olaylarla ilgili olarak uygulanan sansür ve haberlerin engellenmesi çabalarına şiddetle karşı çıkan bu Batılı devletler, ne kadar samimiyetsiz ve ikiyüzlü olduklarını bir kez daha ortaya koydular.
Kendi vatanlarını ve topraklarını savunmak için mücadele eden insanları çok büyük suçlu olarak ilan eden, dünyanın dört bir yanından aldıkları destekle masum ve mazlum insanlara kan kusturan canileri de haklı ve cici göstermek için bin dereden su getiren ve adına “Müslüman” denen kişilere ne demeli?
Hani Kudüs ve Mescid-i Aksa davası, sadece ve sadece Filistinli Arapların değil, “Ben Müslümanım” diyen herkesin ortak davasıydı.
Her bir Müslüman, çok mukaddes bir emanet olarak bütün ümmetin vicdanına tevdi edilen, Burak’la Mi’rac’ın gerçekleşmeye başladığı Beyt-ül Makdis’i namusu bilmeli ve gözü gibi sahip çıkmalıydı.
Bu ortaya çıkan manzara ve duyarsızlık, bu ahir zaman dehşetinin imanımızda meydana getirdiği aşınma ve hassasiyetlerimizi kaybetmeye başlamanın çok acı ve elim bir tezahürü değil mi?
Biz bu manzara karşısında bir vicdan muhasebesi yaparak ve silkinerek değerlerimize sahip çıkma yolunda bazı adımlar atmayı başarabilecek miyiz?
“Kudüs işgal altında iken ben nasıl gülebilirim” diyen şarkın en sevgili Sultanı, İslam Kumandanı Selahaddin-i Eyyubi’nin şuur ve kahramanlığını, kendimize ne zaman örnek olarak almaya başlayacağız?
Defalarca tekrarlanan Filistin ve diğer İslam ülkelerindeki zulüm ve katliam faaliyetlerine karşı, dünyayı idare etmek için kendilerini her alanda yetkili tayin eden mütekebbir ülkelerden, İslam âlemi ve Müslümanlara bir fayda gelmeyecektir.
O zaman İslam Ülkeleri bir araya gelerek, zillet ve korkaklık tozlarından da iyice silkinerek tam bir birlik ve beraberlik içinde hareket etmeye başlamalıdırlar.
Çok büyük imkânlara sahip olan İslam Ülkeleri, bunları ön yargısız ve kararlı bir şekilde bir araya getirdikleri zaman, buna benzer problemlerin hepsinin üstesinden çok kolay bir şekilde gelebileceklerdir.
Aynı şekilde İslam ülkeleri ve Müslümanlar üzerinde bazı senaryo ve planlarını uygulamak isteyen devletler de bir değil on kere düşünmek zorunda kalacaklardır.
Bediüzzaman Hazretleri bütün bu problemlerin çaresi olarak, 1911’de Şam Emeviye Camii’nde, aralarında yüzden fazla büyük âlimin bulunduğu on bini aşkın bir cemaate verdiği hutbedeki, İslâm milletleri, “Hususan kırk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika (Amerika Birleşik Devletleri) gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında (yarısında), belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşaallah nesl-i âti görecek.” (Hutbe-i Şamiye) ifadeleri ile bir çıkış yolu gösteriyor.
Buradaki büyük müjdenin gerçekleşmesini bekliyor ve temenni ediyoruz. Belki o günler de çok yaklaşmıştır. Çünkü Filistin başta olma üzere, İslam âleminin dört bir yanında yaşanan savaş ve problemlerin yegâne çaresi, Bediüzzaman Hazretlerinin tavsiye ile birlikte müjdelediği “Cemahir-i Müttefika-ı İslamiye” (İslam Birleşik Devletleri) ile bu tür problemler en aza inecek veya çok daha kolay bir şekilde çözüme kavuşturulacaktır.
Bu büyük tavsiye ve müjdenin ardından yine Bediüzzaman Hazretleri daha büyük bir temenni ve müjde ile meselenin ulaşabileceği çok önemli bir merhaleye işaret etmektedir. “İnşâallah Araplar ye’si (ümitsizliği) bırakıp, İslâmiyetin kahraman ordusu Türklerle hakikî bir tesânüd ve ittifak ile el ele verip, Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir” (Hutbe-i Şamiye)
İnsan hakları denince mangalda kül bırakmayan Batılı devletlerden bu meselelerde adil ve kalıcı bir çözüm beklemek, bugüne kadar ki tecrübeler gösteriyor ki, ancak bir hayalden ibarettir.
İsrail de, zulüm ve katliamlarına hiç ara vermeden bütün vahşeti ile devam ediyor. Dün akşam, Gazze’deki bir hastaneye bombalar yağdırarak 500 masum, hasta ve yaralı insanı öldüren İsrail için vahşet ve hunharlıkta bir sınır olmadığı gün gibi ortaya çıkmıştır.
O zaman İslam Ülkeleri el ele vererek Filistin meselesinin çözümü için gerekli olan inisiyatifi ele almalı ve bu zulüm ve katliam alçaklığını durdurmalıdır. Bir milyondan fazla insanı aç ve susuz bırakarak ölüme mahkûm etmek isteyen böyle bir caniliğin, daha fazla devam etmesine izin verilmemelidir.
İslam ülkeleri gerçek ve samimi bir tavır ortaya koyarak çözüm arayışına girecek olsa, bu mesele çok daha fazla uzamadan hal edilebilecektir. Bu durum iki milyar civarında bir nüfus ile çok önemli ekonomik kaynaklara sahip olan İslam ülkelerinin ve İttihad-ı İslam manasındaki İslam Birleşik Devletlerinin, dünyanın en büyük gücü olmasının da yolunu açacaktır.
Bu büyük idealin gerçekleşmesi için, her Müslüman ve her İslam ülkesinin yöneticileri, üzerine düşen bütün vazifeleri daha fazla zaman geçirmeden yerine getirmelidir.
İsrail’ın hunharca sergilediği bu katliamın bir an önce sona ermesi temenni ve duaları ile “ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM” diyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.