Üstad Hazretlerinin Emirdağ’da bir vasiyetname hazırladığını haber alan Hasan Feyzi, Üstad’ın vefat edeceği düşüncesi ile büyük bir üzüntüye gark olur ve aşağıdaki cümleleri kaleme alır:
‘’Anam ve babam ve tatlı canım sana feda olsun Üstadım. Birkaç gündür, acılarımıza zehirler katan ve ciğerlerimize şişler ve hançerler saplayan ve gözyaşlarımızı kızıl ırmaklara çeviren acı ve kara haberler almaktayız. Işığında derdimize devalar aradığımız o mübarek ay, âkıbet husufa mı uğruyor? Nuruyla bu güzel vatanı aydınlatan ve parlatan Üstadımız, bir daha dönmemek ve bizlere görünmemek üzere, âkıbet göç mü ediyor? Vâ halila!
Neşir ve tamim buyurduğunuz vasiyetname, bizler için hakikaten böyle bir kara haberi bildiren bir yeis ve matem işareti midir? Yoksa yıllardan beri rûyi zeminde ağlayıp inleyen kimsesiz Müslümanların büsbütün kurtuluş beşareti midir? Bize bir haber sal. Sal ki, eğer böyle bir beşaret ise, senelerden beri hep ağlayan gözyaşlarımızı tutup, biraz da gülmesini bilelim ve öğrenelim.
Acaba bu, bize tahminlerimizi te’yid ve takviye edecek bir nevruzu mu, yoksa maazallah gözyaşlarını çağlatıp umman edecek bir nevmidi mi verecek? O bir vasiyetnâme mi? Yoksa bir tebriknâme mi?
Yoksa “Oğul, uşak ve aileden mahrumum; belki bana yas tutan ve mersiye yazan olmaz” diye, kendi mersiyeni kendin mi yazdın Üstadım?
Senin sayısı yüz binleri aşan büyük bir aile efradın var. Hem öyle ki, eğer istesen hepsi sana hayatlarını fedaya hazır; sana üç yüz elli milyon insan yas tutup ağlar. Belki sana aylar ve güneşler de ağlar; sana melekler mersiyeler okur ve yazar. Sana, seninle beraber daima “Lâ ilâhe illâllah” deyip zikreden geceler de, gündüzler de ağlar Üstadım!
Şimdiye kadar hangi ölünün böyle milyonlarca yasçısı, mersiyecisi ve aile efradı vardı ki?
Sen bize sultanların ve hakanların bile bırakamayacağı bir mirası, çok zengin ve büyük bir hazineyi ölmeyecek olan Risaletü’n-Nur’u armağan edip asıl dosta gidiyorsun?
Allah senden ebediyen râzı olsun Üstadım. Demek bundan sonra kederlerimizi onunla giderip, bütün müşkillerimizi o Risale-i Nur’a havale edeceğiz; gece ve gündüz hep onunla mı müteselli olacağız? (8)
Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ’da bulunduğu sırada Hasan Feyzi’nin hastalandığını haber almış ve geçmiş olsun makamında aşağıdaki satırları kaleme almıştır:
“Kanaat-ı kat'iyyem geldi ki; Hasan Feyzi, aynen şehid Hâfız Ali (rh) gibi, benim musîbetimin kısm-ı a'zamını kendine alıp manevî bir fedakârlık eylemiş. Hâfız Ali benim bedelime birkaç emare ile berzaha gittiği gibi, bu Hasan Feyzi de aynı hastalığım zamanında, aynı vakitte, aynı müddette, aynı tarzda, aynı sıkıntılı dışarıya çıkmamakta tevafuku, kuvvetli bir emaredir ki; bana çok acıyan ve şefkat eden o kardeşimiz, mânen hastalığımı kısmen kendine aldı. Bu dört cihetle tevafuk içinde yalnız bir fark var. Benimki zehirden, tesemmümden; onunki soğuktan gelmiştir. Elbette Hastalar Risâlesi bizim bedelimize onu teselli edip, iyadetü'l-mariz gibi keyfini sormuş ve hastalıktaki büyük sevablar ve sıkıntılarını sürura kalbetmiş. Cenâb-ı Hak şifa-i âcil ihsan eylesin, âmîn’’ (9)
Nur Talebeliği sadece iki buçuk yıl kadar sürmüş ve vefat ettikten sonra ardından, Nur hizmetini çok mükemmel bir şekilde anlatan harika şiirler bırakmıştır. Yapmış olduğu büyük hizmet, ancak uzun bir ömre sığabilecek ehemmiyet ve ulviyettedir. Üstad Said Nursi tarafından çok az insana nasip olabilecek yoğunlukta takdir ve tebrik duygularına muhatap olmuştur. ‘’Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak’’ mısrası ile ifade ettiği dilek ve temennisi gerçekleşmiş ve hatta Üstad’ın ifadeleri ile O’nun yerine vefat etmiştir.
Hasan Feyzi’nin vefatını haber alan Bediüzzaman Hazretleri çok üzülür. Adeta uzun süre Hasan Feyzi’yi dilinden düşürmez. Taziye kabilinden aşağıdaki cümleleri kaleme alır:
"Risâle-i Nur'un kahramanlarından ve Hâfız Ali'nin makamına geçen merhum Hasan Feyzi'nin vefatı, Denizli'ye, Risâle-i Nur dairesine ve bu memlekete ve âlem-i İslâm'a büyük bir zayiattır. Fakat kendisi, pek samimî ve hâlis ve fevkalâde beyânatıyla ve dersleriyle, İnşâallah kendi yerinde çok Hasan Feyzi'lerin yetişmesine bir zemin ihzar etmiş, sonra gitmiş. Aynen biraderzadem Abdurrahman gibi, bir-iki senede on sene kadar Nurlara kıymetli hizmet etti. Güya o da, Abdurrahman da çabuk dünyadan gideceğiz diye on senelik vazifeyi bir-iki senede gördüler. Ben, merhum Hasan Feyzi'nin vefatını onun şahsı itibariyle tebrik ediyorum ve Denizli'yi ve Nur dairesini ve bu memleketi cidden ta'ziye ediyorum. Bu çeşit zülcenaheyn ve hakikî mü'min ve müdakkik bir âlim ve yüksek bir edib, muallim ve tesirli bir vaiz ve müderrisi kaybettiği için, büyük bir musîbettir. Cenâb-ı Hak, İnşâallah Denizli gibi kahramanlar ocağından çok Hasan Feyzi ruhunda Nurlara sahip ve nâşir çıkaracak. Bir tane toprak altına girer, vefat eder; fakat yüz tane sünbüller meydana geldiği gibi; rahmet-i İlâhiyeden ümidvarız ki, Hasan Feyzi de öyle kudsî bir sünbül verecek. Çok Hasan Feyzi'ler Nur dairesinde yetişecekler, vazifesini daha ziyade yapacaklar."
‘’…Bu kahraman kardeşimizin, hayatta kaldığı gibi, defter-i hasenatına her birimiz, mânevî kazançlarımızı, umumda olduğu gibi, hususî bir surette dahi o kardeşimize hediye etmeliyiz. Ben, kendim, onu da, Hafız Ali, Hafız Mehmed ve Savalı Ahmed ve Mehmed Zühtü'nün beşincisi olarak evliya-i azimenin has dairesinde, mânevî kazançlarımı ona da bağışlamaya karar verdim. O zatın ağır şerait altında Nurların intişarına büyük hizmetler eden Nur hakkındaki fıkraları, Lâhikada olduğu gibi, münasip gördüğünüz bazı mecmuaların âhirine de o tesirli mektuplarının birer tanesini ilhak ediniz. Nasıl ki Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikar'da yazılıyor; tâ onun o canlı fıkraları, onun bedeline Nurlara hizmet etsin.’’
‘’Hem, benim bedelime onun küçücük medrese-i Nuriyesi olan hanesindeki akrabasına ve Denizli ve civarındaki büyük medrese-i Nuriyedeki refiklerine ve talebelerine ve Nur şakirtlerine tâziyemizi tebliğ edip deyiniz ki: Ben, bütün ömrümde, bu derece, bir vefattan bu kadar müteessir olup ağlamamıştım. Hem size bundan evvel yazdığım mektuptaki şiddetli hiddetim ve dimağımdaki perişaniyet, şimdi tahakkuk etti ki, o kahraman kardeşimizin vefatı gününden başlamış. Hattâ o tesir, ihtiyarımı selb etmişti. Öleceğim diye hizmetçiye vasiyetimi söyledim. Demek, ikinci bir ruhum hükmünde Hasan Feyzi, benim bedelime ölmüş ve ölüyor. Hattâ onun vefat mektubu, bütün bütün âdetime muhalif, bir buçuk saat elimde iken açamıyordum. Her neyse... Bütün bu elîm acılara mukabil, inayet-i İlâhiye imdada geldi; hem kendimi, hem onu, hem Nurcuları mesrurane ruh-u canımızla tâziye içinde tebrik ettim. Bin bârekâllah ve binler rahmetullah dedim, terhisini alkışladım.’’ (10)