İslam Felsefesi Gözünden Üzüntüden Kurtulmanın Yolları

Acı nasıl bir kelime? Kelime anlamıyla baktığımızda Eski Türkçe *açığ sözcüğünden evrilmiş olup *acımak eyleminden türemiş bir kelime olduğunu öğreniyoruz. Kelime anlamıyla; acı tad, sancı olarak tanımlanmaktadır. Psikolojik anlamı; herhangi bir dış etken dolayısıyla duyulan rahatsızlık, ızdırap anlamında kullanılırken, mecazi anlamda ölüm, yangın, deprem vb olayların yarattığı üzüntü, keder, elem anlamında kullanılan bir kelimedir. Acı, sancı, ızdırap, üzüntü, keder baktığımızda hepsi de olumsuz, zorlayıcı anıları tanımlarken kullandığımız ifadeler. Acı kelimesinin tanımı böyle olsa da herkesin acıyı yaşaması, acı eşiği, acıyı kaldırabilme gücü kendine has ve biriciktir. “Allah dağına göre kar verir.” sözü aslında her bireyin yaşadığı acının kimsenin ki ile kıyaslanamayacak kadar biricik olduğunun göstergesidir. Bu bağlamda kimsenin acısı daha büyük, daha katlanılmaz, daha küçük gibi kategorize edilebilecek bir şey değildir. Aslolan ona nasıl temas ettiğimiz ve acı ile olan ilişkimizdir. Evet; ilişkimiz diyorum çünkü duygular onu yaşayan bizlerle bir bağ kurar. Duygularını dinleyen, onu duyan kişiler duygularına temas eder, onlarla bir ilişki geliştirir. Ve bunu yapabilen kişiler hayatla bahşedebilen, yaşamı fark eden, yaşamayı bilen kişilerdir. Peki ya bu kelimelerin hayatınızdaki rolü nedir? Ya da ne sıklıkla kullandığınızı, ne kadar sıklıkla duyduğunuzu hiç düşündünüz mü? Çok sık kullanıyorsanız zorlayıcı dünyada “habire mi beni bulur” rolünde acıların insanı olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz. Çok sık duyuyorsanız çevrenizdekilerin acılarına eşlik eden ya da yardımcı olan bir rolünüz olabilir. Acının hayatımızdaki rolü bir bağlamda bizim hayatla kurduğumuz bağı da gösterir. Bu dünyada acı kavramı temas etmeyen insan yoktur. Herkesin acı ile teması farklı olup, acıyı tanıması ve deneyimlemesi de kişiye has olarak değişkenlik gösterir. Ancak acıyı yorumlama biçimimiz hayatın akışındaki duruşumuzu belirler. Yani başımıza gelen acı biz seçemesek de o acıya vereceğimiz yanıtı biz seçiyoruz. Ve aslında acıyla deneyimimiz burada başlıyor ona verdiğimiz yanıtla birlikte gelişen durumları bir nevi biz seçmiş oluyoruz. Bunu önümüze 2 yol çıktığında bu iki yoldan hangisinde yürümeyi tercih edeceğimizi seçmek gibi de düşünebilirsiniz. Mesela zor bir yaşantıdan sonra kendinize acıyıp “vah vah bana, yazık bana” diye ağlayarak kendinizi kurban olarak mı göreceksiniz? Yoksa o acıyı sizi güçlendiren bir etken görüp baş etmenizi güçlendirerek kendi kendinizi kahramanı mı olacaksınız? “Kurban” kavramı herhangi bir dış etkenden ötürü kişinin maruz kaldığı zorlayıcı bir yaşam olayında mağdur olması olarak tanımlayabiliriz. Bu açıdan baktığımızda hepimizin hayatımızın bir noktasında kurban rolüne düşmüş olabiliriz. Hayatın içinde mağdur edildiğimiz, kurban olduğumuz yaşam olayları yaşayabiliriz. Hayatımızdaki seçimler de kast ettiğim nokta tam da burada başlıyor. Kurban edildikten sonra bu rolde mi kalacağız, yoksa üzüntümüzü yaşadıktan sonra bu rolün bize yapıştırılmasına izin vermeyerek bunu hayatının bize açtığı bir kapı olarak mı göreceğiz. Çünkü hayat boyu kurban olamayız, eğer o rolü benimser ve her daim her olayda ve durumda uzun soluklu öyle devam edersek işte orada kurban olmayı biz seçmiş oluyoruz. Travma terapisinde söylenen bir söz vardır: “Kurban kurban eder.” Kendinin kurban olduğu rolüyle yaşayan insanlar bir zaman sonra çevresindekilere de ona inandırmak adına ve bu rolle diğerlerini de kurban etmeye başlar. Nasıl mı? Şöyle ki; kurban rolünü benimseyen biri kendine acırken başkalarının ona yaptıklarından yakınır ve çevresindekileri kendine kötülükler yapan ve onu kurtaranlar olarak ikiye ayırır. Onun döngüsünde onu beslemeyenleri kötülerken bir nevi yapmadıkları için de suçlamaya başlar ve fark etmeden onları kurban etmiş yani hak etmedikleri bir şeye maruz bırakmış olur. Ve kendi kurban rollerinde yaşarken çevresindekileri çoğu zaman sevdiklerini kurban ederler.

İlk İslam Filozoflarından biri olarak kabul edilen Yakub El-Kindi acı, üzüntü ve keder kavramlarını bu dünyada üzerine düşünülmesi gerekilen noktalar olarak görür ve şöyle der: “… eğer başımıza hiçbir musibet gelmesini istemiyorsak, hiç var olmak istemiyoruz demektir..” Acılar, zorlu yaşam olayları bize bu dünyadaki varlığımızı, anlamımızı gösteren anlamlardır aslında. Kindi ve öğrencilerinin üzüntü, keder acı üzerine bundan yüzyıllar öncesinde aktardıklarında baktığımız da sade bir şekilde bize üzüntüyü tanımlarken şifasını da anlatmışlar. Onlara göre üzüntü (el-huzn), sevilen şeylerin elden gitmesinden ya da amaçlanan şeylerin gerçekleşmemesinden doğan psişik (nefsani) bir acıdır. Bunu da acının, üzüntünün sebepleri olarak görürler. İnsanoğlunun üzüntü doğuran sebeplerden tümüyle kurtulması mümkün değildir çünkü insanın bütün isteklerinin gerçekleşmesi, sevdiği şeyleri kaybetmeden elinde tutması bu dünya hayatından mümkün değildir. Bu durumu İslam filozofları, dünya âleminde değişmezlik ve süreklilik arz eden bir şey olmaması ve dünyanın oluşma ve bozulma (kevn ve fesad) mevcudiyet bulduğunu söyleyerek tanımlamaktadırlar. Üzüntüden kurtulmanın yolları olarak da önce üzüntünün sebeplerini ve ne olduğunu anlamak olduğunu gösterirler. Sonrasında da akıl âlemindeki değerler tehlikelere maruz kalmadığını söyleyerek; sevdiklerimizi kaybetmemek ve isteklerimizden mahrum kalmamak istiyorsak akıl âlemini gözeterek onları o âlemden seçmeyi öneriyorlar. İlk İslam filozoflarından Kindi bunlarla nefsin yetkinliği sağlamak için inziva hayatını önerirken, Kindi’nin öğrencisi olan Belhi ise sosyal hayata katılmanın önemini vurgularken yararlı işlerle uğraşmak ve sosyal ilişkiler geliştirmenin zihni üzüntü ve korkulardan uzak tutmanın psikoterapik faydalarına işaret etmektedir. Ayrıca Belhi bir tabip olarak üzüntünün bedeni hastalıklara münasebeti üzerinde de durmuştur. Üzüntünün bedeni ve psikolojik tedavi uygulamalarıyla yenilebileceğini belirtmiştir.

Peki, yüzyıllar öncesinde üzüntü, keder ve acı üzerine düşünmüş üstatların hala bugüne bile hizmet eden değerli kadim bilgileri bize nasıl yol göstermektedir. Üzüntüden kurtulmanın yollarında eski düşünür ve İslam dini üzerinde yol gösteren düşünürlere bizlere şunlarla ışık tutmaktadır:

  • Üzüntü, keder, acı bu hayattaki varlığımızı, anlamımızı görmeye aracılık eden yaşantılardır. Var olmak istiyorsan zorlu yaşantıları reddetmekten sakın ve kabul et.
  • Üzüntü ve acı veren şeyler ruhsal bir arayış için doğar. Bu dünyada ‘ben kimim?’, ‘nereden geldim, nereye gidiyorum?’ sorularıyla kendimizi anlamlandırmaya gittiğimiz bir yolculuktur. Bu yolculukta amaçlar ve sevilen şeyleri kaybettiğimizde ya da bulamadığımızda acı hissederiz. Bu acılar ruhani bir varlık olduğumuzu hatırlatan aracılardır. Onların aracılığıyla hayatın anlamını yakaladığımızda ruhsal arayışımıza yönelmiş olur, acıyla daha iyi baş edebiliriz.
  • Dünya âlemindeki yolculuğumuzda ruhani bir varlık olduğumuzu bu dünya âleminin sürekli değişen bir döngüde olduğunu kabul ederek yer almalıyız. Burada her şey oluştuğu gibi bozulmaya, yok olmaya yüz tutar. O halde bunu anlayıp akıl ile istemeli ve gelip geçici heveslerle kendimizi boş yere kaptırmamalıyız. Esas olan maneviyat, manevi duygular ve anlama hizmet eden amaç ve isteklerdir.
  • Gerektiğinde kendi kendimize kalıp, zaman zaman dünya âleminin yanıltıcı geçici heveslerinden arınmalı belki kısa süreli inzivalar içine girip kendimizi dinlemeliyiz. Zaman zamanda bu dünyada sosyal bir varlık olarak yaratılan tek varlık olarak sosyal ilişkilerimize yatırım yapmalı yani sevdiğimiz insanlarla güzel anılar biriktirmeliyiz.
  • Bedeni, zihni ve ruhu güzel sözler, güzel ilişkiler, anlamlı düşünce ve ruhumuza hitap eden maneviyatlar beslemeliyiz.

Velhasıl insanoğlu olarak bu dünya âleminde bir yolculuk için geldik. Yaşamın içindeki bu döngü zor iken o zorlukları görmeye, anlamaya ve kabul etmeye ihtiyacımız var. Onları kabul ettiğimizde büyürüz. Böylece aklımıza, ruhumuza ve bedenimize özünden gelenle besleyerek büyümüş oluruz. Ve hayatın bize ait biricik anlamını keşfettiğimizde hayatı yaşamış oluruz. O halde Hz. Mevlana’nın da söylediği gibi yaşamın içinde seçemediğimiz her şeyi “gel ne olursan ol yine gel” ile kabul etmeye çalışıp İlahi bir çağrı olan hayatın anlamına kulak verelim.

Kendi hayatınızın çağrısını kendinize has olan anlamınızı keşfetmek üzere duyabilmeniz temennisiyle

Gaye Kağan
Uzman Klinik Psikolog

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.