Raşit Duran
Karındaşlık ve Kardeşlik
Ne vakit kardeşlik meselesi gündeme gelse, eğitim emeklisi bir dostum, “Kardeşlik başka karındaşlık başka.” der. Karındaşlık biyolojik, kardeşlik ise hem biyolojik hem sosyolojik bir gerçekliği ifade eder. Bugünkü yazımızda, bizim de içinde olduğumuz coğrafyada -bildiğimiz ve inandığımız halde -hâlâ bir türlü gerçekleştirmeyi beceremediğimiz şeyden bahsetmek istiyorum: Kardeşlikten.
Bediüzzaman’ın telif ettiği Mektubat isimli eserin 22. Mektubuna Uhuvvet (Kardeşlik) Risalesi adının verilmesi ve son vasiyetinde, talebesi Said Özdemir’e asıl düşünmeleri gereken şeyi yani uhuvveti (diğerleri, muhabbet, ittihat ve tesanüttür) tavsiye etmesi, naçizane benim Aydınlık Dörtlü adını verdiğim bu önemli hususlar, bizim dünyamız için ne kadar hayati ehemmiyeti haiz olduğuna işaret ediyor. İnancımız, iman temelli bu kardeşliği, cismaniyetin daracık biyolojik dünyasından çıkarmış; toplumsal hayatın her veçhesini kuşatan daha geniş ve daha fonksiyonel hale getirmiş; “Müminler, ancak kardeştirler.” (Hucurat,10)” diyerek sosyolojik ve psikolojik bir olgu olarak önümüze koymuştur. Tarihte bunun en somut ve en gerçekçi uygulaması, Hz. Peygamberin (as) Medine döneminde, Ensar ve Muhacir arasında tesis ettiği iman temelli kardeşliktir. Gazze soykırımı da gösterdi ki, asrımıza uygun formatıyla, hâlin ve zamanın gereği böyle bir kardeşlik organizasyonu hem zorunludur hem ülkemizde ve bölgemizde buna muhtacız. Dünyanın yeniden yeni bir bloklaşma oluşumuna gebe olduğu şu ittifaklar asrında İslâm coğrafyasını (maddeten ve manen) dahilde ve harici dünyada güçlü ve sözü dinlenir kılacak siyasi, iktisadi, içtimai ve sair alanlarda kardeşlik ittifak ve ittihadını zorunlu kılan sebepler çoktur. Hem düne göre bugün yapılması daha kolaydır. Bunun için başta samimi bir ortak niyet, gerçek bir ortak istek, güçlü bir ortak irade ve nihayet bir ortak eylem ortaya koymak gerekir. Dünyamızda sorun haline gelmiş bu mesele, kuru istek ve kuru temennilerle hayat bulacak basit bir konu değildir. Ve keza böyle bir kardeşlik organizasyonunun tesisi, beşerin ideolojik prensiplerine göre değil, zamanın ruhuna uygun Nebevî (as) usûl ve esaslara göre olmalıdır.
Kardeşlik meselesine, sosyoekonomik, sosyopolitik, sosyopsikolojik vs pencereden baktığımızda, kardeşliğe mâni hallerin hal-i hazırda bizim dünyamızda hükümferma olduğunu görüyoruz. Ülkemizde ve coğrafyamızda sosyal hayatın her tarafını zehirleyen, dahili ve harici ittihat ve ittifaka engel olan (taraftarlık, inat ve haset vb) zehirli eylem ve söylemlerdir. Felsefesinin temelinde erdemli insan ve uyum içinde yaşayan toplum olan Çinli filozof Konfüçyüs demiş: “Bilgi (bilmek) uygulamaktır.” Bediüzzaman’da erdemin karşılığı imanlı fazilet, uyum içinde yaşayan toplumun karşılığı ise imtizaçkarane ittihattır. İki farklı zamanda söylenmiş şu sözler bize, kendi zamanlarının muallimi olan hak ve hakikat erlerinin her devirde değişik lisanlarla aynı gerçeği söylediklerini ihtar etmektedir. Bir başka gerçek de yazılı metinler halinde ihtar edilen hakikatlerin, pratik hayatta fiilen uygulanıp yaşanmadıkları müddetçe ne okuyana ne dinleyene yararı yoktur. Tıpkı Yunus’un, “Çün okudun bilmezsin / Ha kuru emektir.” demesi gibi. Oysa şimdilerde bizim, teoriyle birlikte ondan daha çok ve öncelikli olarak pratiğe ihtiyacımız vardır.
Bediüzzaman iman temelli kardeşlik meselesini, mezkûr risalede altı vecihten (1.hakikat, 2.hikmet, 3.adalet, 4.şahsi hayat, 5.toplumsal hayat, 6.manevi hayat) gayet anlaşılır, makul ve mantıki bir şekilde izah etmiştir. Şu yönler, şahsi hayat kadar, insanın medenî ve sosyal bir varlık olması hasebiyle toplumsal hayatını da yakından ilgilendiren meselelerdir. İnsanın (veya insanlığın) kendini, hemcinsini ve hayatını ilgilendiren konulara kayıtsız kalması, insanlık fıtratına zıt bir durumdur. Şimdilerde dünyada ve ülkemizde yaşanan vahşi eylemler, işte şu medenî olmak hakikatine sırtımızı dönmüş olmaktan cesaret almaktadır.
Özetle, iman temelli kardeşlik meselesi; bugün, dini dahilde menfi tarzda kullananlara bu kapıyı kapatacak; maddeci, menfaatçi ve materyalist zihniyetin ve çağdaş gönüllü köleliğin hükümferma olduğu dünya meydanında medenî olarak yaratılan insanı -özellikle mümini- güçlü ve cesur kılacak kuvvetli bir argümandır. “İman hem nurdur hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir.” (23.Söz) Risale-i Nurlar, tahkiki iman kazandırırken aynı anda hakiki insanlık ve kardeşlik dersi de vermekle şahsî, sosyal ve toplumsal hayatımızda bizi dünyevi-uhrevi saadete ulaştıracak yolları göstermektedir. Buna karşı müstağni davranmak akıl kârı değildir.
“Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.” (Bediüzzaman)
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.