Raşit Duran
Model İnsan
Bu yazımız; geçen haftaki Sosyal Medya ve İmitasyon Kuşağı başlıklı makalenin kısmen devamıdır. Bediüzzaman’ın kullandığı “beşerin bulaşık eli” tabirindeki bulaşık elle (ve ilaveten dille) kirletilen ekolojik sistemin bozulması ve sosyolojik yapının yozlaşma -hatta çürüme- sürecine girmesiyle (ki, bu noktada Risale-i Nurlara şiddetle ihtiyaç vardır) türlü türlü manevi hastalıklarla malul bir çağı idrak ediyoruz. Kibir, gurur, enaniyet, ar damarı çatlaması, kendini pir ü pak gösterme gibi daha onlarca bulaşıcı hastalık ve bunların fenalıkları, sosyal medyanın kirletici atmosferiyle kuşatıp hükmünü icra etmektedir. Mesela, yine Bediüzzaman’ın asrın başında, coğrafyamızı saran ve sarsan altı dehşetli hastalıktan birisi olarak beyan ettiği “Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.” olan, gayretini şahsi çıkarlarına sarf eden egoizmin beslediği enaniyet asrında insanlar, acaba, fedakârlık konusunda kimi rol model olarak kendilerine örnek almaktadır yahut almalıdır? Bugün özveri kelimesiyle ifade edilen fedakârlık; insanın sahip olduğu, sevdiği ve değer verdiği şeylerden hiç düşünmeden, beklentiye girmeden diğer insanların yahut milletin lehine veya gerçekleşmesini istediği bir dava uğruna iradî olarak vazgeçme eylemidir. Bu; şu zamanda o kadar zordur ki, yazıya dökmek neredeyse imkânsızdır. Çünkü söz işi değil eylem ve fiil işidir. Fedakârlığı ancak, sözlerini fiilleri ile hayatında izhar etmiş/ göstermiş; mesela, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!” diyebilen hakiki bir hürriyet kahramanından öğrenebiliriz. İşte serlevhadaki cümleye uygun sözün sahibi, davasını “milletin imanını selamette görme” olarak tavsif eden Bediüzzaman olup, fedakârlıkta model insandır. Zira bu dava aynı zamanda dünyaya, dünyalılara ve dünyalıklara kul-köle ve esir olmama yani gerçek hürriyet davasıdır.
“Ben cemiyetin iman selâmeti yolunda, ahiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var ne de cehennem korkusu var. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül-gülistan olur.”
Egonun kalınlaştığı, dev bir çukur olup insanı yuttuğu ve narsisizmin tavan yaptığı; ekseriyetin, himmetini şahsi çıkarları için harcadığı bu çağda, girişteki çok büyük ve çok iddialı sözü olsa olsa ilmiyle tam âmil, hakiki bir peygamber varisi ve takipçisi insan söyleyebilir. İşte o varis de dava insanı da -düşerken bile ‘davam’ diyen- Bediüzzaman’dır. Sözü eylemini, eylemi sözünü yalanlamamış, sözünü hayatıyla tecessüm ettirmiş/cisimleştirmiştir. Enaniyet çağıyla birlikte yitirdiğimiz, menfaate ve maddiyata kurban ettiğimiz vefadan başka bir diğer insanî hasletimiz de fedakârlıktır. Bencillik çağının insanları, nefsine karşı ne kadar cömert ise fedakârlık konusunda o kadar cimridirler. Mesela, narsisizm asrının insanı, yukarıdaki gibi çaplı ve büyük, hayli iddialı bir sözü söyleyebilir mi? Kanaatimce söyleyemez. Evrensel çapta bir hizmette ve davada, o çapta bir fedakârlık iktiza eder/gerektirir. Bir şeyin kıymeti, değeri ve ehemmiyeti, yapılan fedakârlık nispetindedir.
“Evet kardeşlerim; bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hadiseler içinde, hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir." (Kastamonu Lahikası)
Evet, hakikati ifade eden şu sözdeki, “dehşetli cereyanlar” ve “hayatı ve cihanı sarsacak hadiseler” ülkemizde, coğrafyamızda ve dünyamızda fazlasıyla yaşanmaktadır. Mesela, daha bir ay önce ülkemizde sekiz yaşındaki masum ve günahsız bir kızın cahiliye dönemine denk bir vahşetle katledilmesi ve mesela İsrail’in, dünyanın gözleri önünde Gazze katliamı ve soykırımı… Dünyanın neresinde olursa olsun, bu dehşet verici cereyan ve hadiseler, kendini “insan bilen” insanların aklını, kalbini, ruhunu, vicdanını harekete geçirmiyor ve kanatmıyorsa; hangi insanî hasletlerimizi kaybederek “mesh-i maneviye uğradığımızı” sorgulamak zorundayız. Evet, yitiklerimizi arayıp bulmalı; iktisadi, siyasi, toplumsal ve sosyal hayatımızın her alanında görülür, hissedilir ve yaşanır hale getirmeliyiz.
Son söz: “İman, insanı insan eder belki insanı sultan eder.” (23. Söz) Yanlış anlaşılmasın; sultanlıktan kastımız, insanlara cebir, şiddet ve tahakkümle hükmeden zorba sultanlık değil; gönüllerine taht kurmakla elde edilecek gönül sultanlığıdır. Şirazlı Şeyh Sadi der ki: “Dünyayı elde etmek hüner değildir. Yapabiliyorsan bir gönül elde et.”
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.