Abdulkadir Menek

Abdulkadir Menek

Meşrutiyetten Cumhuriyete Bediüzzaman (III)

Hakkında hiçbir delil bulunmadığı halde yirmi beş yıl boyunca hapis ve sürgünlerle hayatını geçirmek zorunda kalan Said Nursi, 1944 yılında sevk edildiği Denizli Mahkemesi’nde, devlete hâkim olan, antidemokratik zihniyet ile insan hak ve hürriyetlerini ihlal eden keyfi yönetimi şu şekilde anlatmaktaydı:

“İstibdad-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka ‘medeniyet’ ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye ‘kanun’ ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslamiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.”

Gerçekten de Cumhuriyet yönetiminin çok uzun bir döneminde, Bediüzzaman’ın bu cümle ile ifade ettiği, cumhuriyet ve demokrasi ile hiçbir alakası olmayan bir yönetim anlayışı ve uygulamaları yaşanmış ve zaman zaman da en müstebit idareleri bile geçen zulüm ve haksızlıklara imza atılmıştır. Cumhurun büyük bir ekseriyetinin Müslüman ve dindar olduğu bir ülkede, dini hayat, şahsi uygulamalar ve yaşantılar düzeyinde bile büyük ölçüde yasaklanmış, her türlü fikir ve vicdan hürriyeti tam bir istibdat kaydı altına alınmıştır.

Din ve vicdan hürriyeti, en geniş ve en kâmil manada uygulanması gerekirken, evlerin içine hapsedilmeye çalışılmış, hatta zaman zaman evlerin içine bile müdahale edilmiştir. Milli Eğitim Müfredatı, din ve maneviyattan tamamen arındırılmış, resmi yollarla din dışı bir hayat ve yaşantı teşvik edilmiş, hatta devlet görevlilerine adeta dayatılmıştır.

Kadınların tesettürden koparılması için, içki, dans ve daha önce benzerleri görülmeyen içkili toplantılar ve balolara katılmaları teşvik edilmiş, ikbal mertebelerinden bir bir geçmenin yolu da mecburi olarak buralardan geçirilmiş ve bütün bunlar da millete “asri bir hayat, medeni bir hayat” yaftası altında benimsetilmeye çalışılmıştır.

Milletin inanç, sosyal hayat ve ihtiyaçlarına göre çıkarılması gereken kanunlar; tamamen tek adam ideolojisinin bütün toplumda egemen olması için tasarlanmış ve çıkarılmış; bu kanunlar çıkarılırken, benimsetilmek istenen hayat ve inanç tarzı esas alınarak şekillendirilmiştir. Meclislerine seçilecek milletvekilleri de, tek parti ideolojisine uygun olarak, tek adamlar tarafından belirlenmiş ve göstermelik ve hiçbir demokratik hüviyeti olmayan seçimlerle millet, tasdik etmeye mecbur bırakılmıştır.

Meşrutiyet, Saltanat döneminde Padişahın hükümranlığına halkın oyu ile seçilen meclisin ortak olduğu bir rejimin adıdır. Tek adam yönetiminden ve Bediüzzaman’ın ifadesi ile “rey-i vahid”den milletin seçtiği mebusların halk adına yönetime ortak olmaları süreci başlamış ve bu önemli gelişmeye de şeriat namına sahip çıkmıştır. Daha sonra “meşruti monarşi” idarelerinin gelişmesi, Saltanatın kaldırılması, Cumhurbaşkanının da meclis veya halk tarafından seçildiği Cumhuriyet ve bir adım ötesi olan demokrasi kavramlarının ortaya atılması, elbette aynı mananın gelişerek devam etmesinden başka bir anlam taşımamaktadır.

“Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez” ifadesi bunu gayet güzel bir şekilde izah etmektedir. Evet, isimlerin değişmesi ile hakikat değişmez. Bu konuyu İngiliz düşünür Bernard Shaw, şu sözü ile çok anlamlı bir katkı sağlamaktadır: “İngiltere’de demokrasi o kadar gelişmiştir ki, bir adım ötesi İslamiyet’tir.”

Bu konu tartışılırken, yıllarca tamamen dine ve dindarlara saldırı şeklinde uygulanmış ve gerçek anlamı ile hiçbir alakası olmayacak şekilde bu millete dayatılmış ‘’Laiklik’’ konusuna da değinmek gerekir. 1937 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı ilkesi ile birlikte “Atatürk İlkeleri” adı altında Anayasa’ya konulan ve o günden beri din ile ilgili bütün tartışmaların en baş konusu haline getirilen laiklik konusu, demokratik hayatın işleyişi bakımından ne yazık ki, tam anlamıyla ve üzerinde uzlaşma sağlanacak tarzda bir tanıma kavuşturulmuş değildir. Son yıllarda çıkarılan kanunlar, alınan kararlar ve milletin vicdanında karşılığını bulan uygulamalar ile bu konudaki tartışmalar büyük ölçüde azalmakla birlikte, toplumsal bir uzlaşmanın tam anlamıyla sağlandığını söylemek mümkün değildir.

Gelişmiş demokratik ülkelerdeki laiklik uygulamaları ile Türkiye’deki tek parti dönemi ve askeri darbe dönemlerindeki laiklik uygulamaları tamamen farklı olmuş, ülkemizde bu konu din ve dindarların üzerinde hep bir korku ve tehdit malzemesi olarak kullanılmıştır. Özellikle çok partili siyasi hayata geçildikten sonra, vatandaşlara sağlanan hak ve hürriyetler, belirli bir kesim tarafından laikliğe aykırı olarak nitelendirilmiş, hatta yapılan askeri darbelerin ve müdahalelerin en birinci sebebi olarak ta bu ilkenin ihlal edilmesi gösterilmiştir.

1935 yılında Isparta’dan Eskişehir Mahkemesine sevk edilen ve 120 talebesi ile birlikte burada yargılanan Bediüzzaman Said Nursi’ye, mahkemede bu konu ile ilgili görüşü sorulmuş, O da verdiği cevapta bu konudaki görüşlerini şu şekilde ifade etmiştir:

“Hükümetin laik cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi, Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda ve nerede Türk varsa Müslümandır.

Sair anasır-ı İslamiyenin, küçük de olsa yine bir kısmı, İslâmiyet haricindedir. Böyle pek ciddi ve hakiki dindar ve bin sene kadar hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefâhir-i milliyesini milyonlar menâbi-i diniye ile çakan ve kılınçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti, ‘dini reddeder veya dinsiz olur’ diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, Cehennemin esfel-i sâfilîn tabakasında ceza görmeye müstehak olurlar. Hâlbuki Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyenin kanunlarını da ihata eden dinin geniş dairesinden bahsetmez. Belki asıl mevzuu ve hedefi, dinin en has ve en yüksek kısmı olan imanın erkân-ı azimesinden bahseder.”

(Bediüzzaman Said Nursi, “Tarihçe-i Hayat” s.288, www.rne.com.tr)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum