Raşit Duran
‘Nörolojik Argüman’ ve Risale-i Nurlar
“Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.”
(Bediüzzaman)
Bilim insanları, her şeyin beyinde başlayıp beyinde bittiğini söylüyor. Güzel görmek, güzel düşünmek ve hayattan lezzet almak. Yani odaklanma ile mutluluk ve anlam arasındaki ilişkiyi veciz bir şekilde ifade eden bu hakikatli söz ve düstur, bireysel hayatta olduğu kadar toplumsal hayatta da geçerlidir. Bireyi ve toplumu olumlu ya da olumsuz şeylere yönlendirmek gibi. Olumluya yönlendirildiğinde netice güzel, olumsuza yönlendirildiğinde ise sonuç elbette güzel olmayacaktır.
Geçen hafta Güneydoğu (Adana, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır) seyahatimde edindiğim Cal Newport’un Pürdikkat isimli kitabı bize, aslında, fen bilginleriyle din bilginlerinin aynı gerçeği farklı kelime ve kavramlarla ifade ettiklerini söylüyor. Başlığı da kitapta, pürdikkat çalışmada zihinsel emeğe dikkat çeken bölümlerinden ‘Nörolojik argüman’ kısmından aldım. Malum, nöroloji; sinir sisteminin bozulması sonucunda oluşan ve vücudumuzun işlevine olumsuz etki yapan, hayati önemi haiz hastalıklara bakar. Haklı olarak, bunun, “Risale-i Nurlar ve Bediüzzaman ile ne alakası var?” diyeceksiniz. Kitapta, Bediüzzaman’ın yukarıdaki zihinsel gerçekliği ifade eden sözleri gibi hemen pek çok sözünü teyit eden şeyler anlatılıyor. Mesela, bilimsel gelişmelerle ilgili kitaplar yazan Winifred Galagher’in hayatını alt üst eden kötü bir hastalık sayesinde, dikkat ile mutluluk arasındaki bağlantıyı keşfederek şöyle dediğini yazar: “Beynimiz dünyaya bakış açımızı inşa ederken neye odakladığımızdan yola çıkıyor. Eğer olumsuza odaklanırsanız, kendinizle birlikte hayatınızı da mutsuzluğun ve korkunun esiri haline getirirsiniz. Fakat keyif verici şeylere odaklandığınızda hem kendinizden hem hayatınızdan daha hoşnut olursunuz.” Şu söz ile Bediüzzaman’ın sözü arasında anlam itibariyle fark yoktur. Din ilimleriyle fen ilimlerini mezcetmiş din alimleri ile dinin lüzum ve ehemmiyetine inanan müspet fen bilginleri, farklı kelime ve kavramlarla aynı şeyi söylerler. Mesela, küçük bir örnek vermek gerekirse, din alimi insan fıtratı derken fen bilgini insan doğası der. Birisi ruh bilimi, hâlet- ruhiye der diğeri psikoloji. Hakeza. Tam da Bediüzzaman’ın dediği, “Vicdanın ziyası, ulum-u diniyedir, aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe tevellüt eder.” sözünü söylüyorlar.
“Ey sa’y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki, Cenab-ı Hak, kemal-i kereminden, hizmetin mükâfatını hizmet içinde derc etmiştir.” (Lemalar) hakikatini teyit manasında, mesela, yine aynı kitabın aynı bölümünde, “Ampirik (deneysel) veriler de tahminlerin aksine bireylerin çalışırken daha mutlu ve dinlenirken daha mutsuz olduklarını ortaya koydu.” denilerek, meşguliyet veya çalışma ile mutluluk arasında da doğru orantılı bir ilişkinin olduğunu yani Bediüzzaman’ın, tembelliğin neticesi olan meşakkat ve rezalet yuvası dediği zindan-ı atalet ve zindan-ı sefaleti anlatmak istediği şeyler anlatılıyor. Bütün bu psikolojik ve sosyolojik gerçeklere din adamıyla fen bilim insanı kendi lisanlarıyla parmak basıyorlar. İşte ısrarla Risale Nur ve Bediüzzaman dememizin sebeplerinden birisi de budur. Şahsî ve toplumsal hayatın pek çok cihetinde nur etkisi yapan ve karanlık dörtlünün aksine, aydınlık dörtlünün hüküm ferma olmasını sağlayan bu eserler ve onun müellifi; öncelikle tahkiki bir imanın kazanılması, bunun muhafaza edilmesi, ardından -maddi manevi- huzur ve mutluluğun, refah ve saadetin, uhuvvet ve muhabbetin, tesanüt ve barışın temin ve tesisi adına, güçlü argümanlar, ilke ve prensipler vermektedir.
Özetle; Bediüzzaman, asrın başında büyük bir vukûfiyetle, bizim coğrafyamızı maddeten ve manen esir alan ve geri bıraktıran; üç düşmanı ve altı hastalığı teşhisle tedavisine yarayacak reçeteyi yazmıştır. Bu üç düşmanı tanıyıp, altı hastalığı kabul ederek tedavi yolunda nur reçetesini kullanmadığımız takdirde -maalesef- bu coğrafyanın, ele muhtaçlık halinden ve psikopatolojik /düşünce, duygu, davranış bozukluğunun sebep olduğu hastalıklardan kısa vadede kurtulması hayli zor gözükmektedir.
Son söz: Gül koklamak istiyorsak, memleket tarlasına gül fidanları dikmeliyiz.
**
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.