O’nu Bulan Her Şeyi Bulur

Yerle gök arasında direksiz duran bulutlarda haşmetini,
Gaz yağsız yandırdığın ve herkesin hanesine lamba yaptığın güneşte merhametini,
Birer rahmet hazinesi kıldığın, kâinatın nefes almasını sağlayan dağlarda sonsuz zenginliğini,
Bir nimet sofrası hâline getirdiğin ve mescit hükmünde olan yeryüzünde sınırsız cömertliğini,
Baharda rengârenk tebessümleriyle parıldayan sanatlarda Nakkaşlığını,
Ve zerreden şemse kadar isimlerinin nuruyla kaplanmış kudret dairesini müşahede ettim ve sonsuz şükrettim.

Seni bilmek, kırlarda koşan çocukların sevincine ortak olmak gibi.
Seni anlamak, hayatın gayesini idrak etmek gibi.
Seni sevmek, sonsuz sevgilere ulaşmak gibi.
Sensizlik, kör kuyularda susuz kalmak gibi.
Sensizlik, dünyanın en büyük nimetleri göz önünde durmasına rağmen onları görememek gibi.
Sensizlik, merhametten nasibini almamış bir vicdan gibi.

Bildir bize kendini ve sevdir bize sevdiklerini.
Öyle bir Rab’sın ki seni bilmeyen ve sana gelmeyen her şey, herkes ziyanda ve zindandadır.
Seni bilmeyen,
Nefsinin ve heveslerinin izinde, altı delik bir kovayla su taşımaya çalışan bir zavallıdır.

Öyle bir Rab’sın ki günahlarda çok affedici, sevaplarda çok cömertsin.
Seyyiata bir, sevaplara bin yazarsın.
Ne güzel seni bilmek ve sonsuz merhametinin gölgesinde huzur bulabilmek.
Ne güzel seni sevmek ve bütün sevgi sözcüklerinde “Vedûd” ismini okuyabilmek.

Ya Rahmân, bizi şefkatinin bir damlasından hissedar eyle.
Ya Allah, tüm isimlerinin yuvası olan isminin hürmetine bize kendini tanıttır.
Ya Muîn, bize yardım et.

Sana çıkan kapıların ardında anahtarsız bırakma bizi.

Yok iken var ettin, varlığından haberdar ettin.
Bizi sana kul olma şerefine nail ettin.
Bütün mahlûkata kumandan ettin.
Yeryüzüne halife kıldın.

Hal böyle iken biz sana hakkıyla kul olamadık.
Dünya uğruna baki ömrümüzü heba ettik.
Kırılacak şişeleri elmas gibi hakikatlere tercih ettik.
İnatçı, isyankâr, tatmin olmaz tavrımızla sana kör olduk, sağır olduk.
Hiçbir faydası olmayan, neticesiz uğraşlarla ömür tükettik.
Ders almak yerine her seferinde kuyumuzu daha derin kazdık.
Böylece tam da lanetlenmiş iblisin uşağı olma kıvamına geldik.

Ama sen yine de bırakmadın bizi.
Her düşüşte elimizden tuttun.
Fakat biz bunu göklere çıkmış egomuzdan bildik.
Ben yaptım, ben direndim, ben başardım diyerek nefsimizi okşadık.
Oysa o sadece bir buz parçasıydı ve suya atmak yeterliydi sönüp erimesi için.

Seni bilmeyi istememekten ileri geliyor bu haller.
Sorumluluktan kaçmak ve kabul etmemek daha cazip geliyor nefsimize.
İslam’a lâyık doğruları yaşamadığımız gibi, kendi yanlışlarımızı da İslam’a mal ediyoruz.
Ve en küçük bir hata gördüğümüzde İslam’dan soğuyoruz.

Oysa pak ve temiz olan yalnızca İslam’dı.
Kötü ve yanlış olan ise bizdik.
Ve kendi vicdanımızı rahatlatmak için İslam’a saldırmak en basit yoldu.
Hâlbuki doğru biz olmalıydık.
Hata yapana örnek biz olmalıydık.
Kendi kalbimizdeki siyah noktaları beyaza çevirmeden yargılamamalıydık.
O zaman “İslam’dan, Müslümanlıktan soğudum” bahanelerinin arkasına sığınmazdık.
Yapılan yanlışları haşa İslam’dan bilerek kendimizi kandırmazdık.

Eğer İslam’a lâyık doğruluğu ve doğruluğa lâyık İslam’ı yaşamayı düstur edinseydik,
Bizi basit bir sudan yaratan ve mucizevi bir şekilde dünyaya gözümüzü açtıran Rabbimize,
Sonsuz şükürler etmek için başımızı secdeden kaldırmazdık.

Demek ki asıl gayemizi ve vazifemizi gerektiği gibi yapamıyoruz.
Fani, muvakkat, geçici arzu ve isteklerin peşinde koşmaktan, asıl yaratılış amacımızı sekteye uğratıyoruz.
Tanımak, bilmek, anlamak için çaba sarf etmiyoruz.
En önemlisi de, sormak için soru soruyor, ardından bu fikri nasıl çürütürüm diye düşünüyoruz.

Hâsılı kelam, O’nu bulan her şeyi bulur

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.