
Ahmet Yılmaz
Aklın Bürhanı ile Kalbin İmanı: Bediüzzaman'ın Yolu
Mustafa Öztürk isimli kafası karışık "Tefsir profesörü", Risale-i Nur'u şöyle eleştirmiş: "Said Nursi'nin eserlerini okudum ve pek beğenmedim. Modern bilimler üzerinden Allah'ı bulma, iman etme işine ben çok ikna olmadım. Bunun doğru bir tarz olduğuna inanmıyorum. Modern bilim üzerinden din okumaları bana hep çocuksu, komik, biraz da köylüce geldi. Dinin kendi dili, kendi lehçesi vardır ve onunla anlaşılır. Bilim ayrıdır o kendi yolunda gider. İman etmek isterseniz edersiniz, etmek istemezseniz etmezseniz. İman bir mantık yürütme, bilimden bir takım bilgiler kotarıp, imanı gerekçelendirip, 'şimdi İkna oldum' diyerek kabul edilen bir şey değildir. İman duygusal temellidir, birisini sevmek gibi bir şeydir"
Mustafa Öztürk bu ifadeleri ile Risale-i Nur'un metodunu eleştireyim derken, Kur'an'ın metodunu da eleştirmiş oluyor. Gerçi o, buna alışık...
Mustafa Öztürk'ün iddiası, aklın hakkını küçümsemek, kalbin feryadını görmezden gelmektir. Zira insan yalnızca duygudan ibaret değildir; o, aklıyla hakikati arar, kalbiyle sever, vicdanıyla sezer. Eğer imanı sadece duyguya indirgersen, şüpheler ilk rüzgârda o duyguyu savurur. Ama akıl, kalp ve vicdan bir araya geldi mi, işte o zaman iman, çelik gibi bir temele oturur.
İlim Hakikatin Penceresidir.
İlim, varlık kitabını okumaktır. Din ise o kitabın müellifini tanıtmaktır. Biri kanunu gösterir, diğeri kanun koyucuyu.
Gökyüzünde seyeran eden yıldızları astronomi hesap eder; iman ise o yıldızları tesbih eden bir kudreti gösterir.
Hücredeki DNA’yı biyoloji çözer; iman o kodların arkasındaki sonsuz ilmi işaret eder.
Enerjinin dönüşümünü fizik kaydeder; iman o dönüşümü insana hizmet ettiren rahmeti gösterir.
Bu iki yol birbirine düşman değil, kardeştir. Birbirini tamamlar, birbirine ışık tutar.
İman, Akıl ve Kalbin Nikâhıdır. İman yalnız duygu değildir. Çünkü sevgi tek başına delilsizdir; bugün vardır, yarın söner. İman yalnız mantık da değildir; çünkü kuru mantık kalbi doyurmaz. Bediüzzaman’ın yaptığı şey, aklı tatmin eden delilleri kalbin diline tercüme etmek, kalbin aşkını aklın burhanıyla pekiştirmektir. Böylece iman, hem gönülde sevilir, hem akılda kabul görür, hem de vicdanda kökleşir.
Eğer bu yol “çocuksu” olsaydı, Anadolu’nun imanını Risale-i Nur nasıl muhafaza ederdi? Tek parti döneminde gençler materyalizmin girdabında kaybolurken, Risale-i Nur onların aklını ikna etti, kalbini diriltti. Bugün dünyanın dört bir yanında üniversite gençliği bu eserleri okuyup “hem aklıma hem kalbime hitap ediyor” diyorsa, bunun küçümsenecek değil, takdir edilecek bir yol olduğu apaçıktır.
İlim ve dini ayrı dünyalara hapsetmek, insanı yarım bırakmaktır. Bediüzzaman’ın metodu ise insanı bütünleyen bir yol açar: aklıyla gören, kalbiyle seven, vicdanıyla tasdik eden bir insan…
İşte bu yüzden ilimle dini birleştiren bu metod, ne köylücedir ne çocuksu; bilakis çağımızın en parlak yoludur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.