Abdulkadir Menek

Abdulkadir Menek

Kadim Bir İslam Şehri: Diyarbakır (2)

Diyarbakır, İslam ile şereflendikten sonra Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Artuklular ve Akkoyunlular tarafından belirli dönemlerde yönetildi. Bu arada Moğolların ve Timur’un işgaline ve bunun sonucu olarak büyük bir yağmalamaya sahne oldu. Bu dönemlerde şehirde çok büyük hasarlar ve tahribat meydana geldi.

Şehir, 1507 yılından itibaren birkaç yıl süren bir Safevi egemenliği altına girdi. Ancak 1514 yılında Safevi Hükümdarı Şah İsmail’in Yavuz Sultan Selim komutasındaki Osmanlı ordularına karşı Çaldıran Savaşı’nda büyük bir hezimet yaşamasının ardından bütün bölgede dengeler değişti. Bu arada İslam Birliği çerçevesinde Türk ve Kürt kardeşliğinin tesisi için İdris-i Bitlisi’nin çok büyük gayret ve çalışmaları oldu.

Bütün Kürt beylik ve aşiretleri, birer birer Osmanlı tabiiyeti altına girmeyi kabul ettiler. Bu gelişmeler üzerine Amid halkı da Safevilere karşı büyük bir isyan başlattı. Osmanlı Devleti, Safevilerin şehirden çıkarılması için, Bıyıklı Mehmed Paşa ve Rum Beylerbeyi Şâdî Paşa idaresindeki Osmanlı birliklerini bu şehre gönderdi. Bu takviye kuvvetlerinin yetişmesi sonucu Safeviler büyük bir bozguna uğradı. Mağlup olan Safevi askerlerinden canlarını kurtarabilenler şehri terk etmek zorunda kaldılar. Bu gelişmelerin ardından Amid halkı, Osmanlı idaresine bağlılığını bildirdi ve böylece şehir Osmanlı idaresi altına girdi. (TDV - İslam Ansiklopedisi)

Bu dönemde şehrin nüfusunun yarısından fazlası Müslümanlardan meydana geliyordu. Gayr-ı Müslümlerin çok önemli bir kısmı Hristiyan ve az bir kısmı da Yahudilerden oluşuyordu.

Evliya Çelebi hatıralarında Diyarbakır’dan büyük bir sitayişle bahseder, “mezraları bol, hayrat ve bereketleri çok bayındır bir şehir” olarak tanımlar. Diyarbakır’ın çarşı ve pazarlarının çok hareketli ve ticaret hayatının çok canlı olduğunu ifade eden Evliya Çelebi, Dicle Nehri’nin iki kenarının gül, gülistan olduğunu, bağ ve bahçelerle dolu olup amber koktuğunu, gezme ve eğlence yerleri ile dolu olduğunu ifade eder.

Evliya Çelebi, Dicle Nehri kenarlarında yetişen kavun ve karpuzlarının eşsiz olduğunu ve çok önemli bir geçim kaynağını oluşturduğunu belirtir. Dicle Nehri kenarındaki bostanlarda yetişen Diyarbakır kavunu yendiğinde tadı damaklarda kalır. Evliya Çelebi şehirde kadınların tesettüre çok büyük bir önem verdiğini ve bütün kadınların beyaz çarşaf giyerek tam bir tesettür içinde bulunduklarını da kayıtları arasında özellikle not eder.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde, Diyarbakır’daki sosyal ve dini hayat ile ilgili olarak çok önemli tespitlerini de paylaşır. 1650’li ve 1660’lı yıllarda Diyarbakır’a birden fazla seyahat gerçekleştiren Evliye Çelebi, Diyarbakır ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerden uzun uzun bahseder. Buna göre Diyarbakır’ın en meşhur mahalleleri İçkale, Balıklı, Sarılı, Şeyh ve Cami-i Kebîr mahalleleridir. Evliya Çelebi Diyarbekir’de Arapça, Türkçe, Kürtçe, Farsça ve Ermenice dillerinin konuşulduğunu söyler. O yıllarda, şehirde bulunan kırk yedi mahallenin kırkı Müslüman ve yedisi Ermeni’dir.

**********

Diyarbakır'ın dört merkez ilçesinden birisi olan ve adını şehri çevreleyen surlardan alan Sur ilçesinin en önemli ve en çok ziyaretçinin uğradığı bölge, hiç şüphesiz Suriçi’dir. Çok değerli dostlarımız Hacı Yılmaz, Özgür Erdem, Eyüp Bulut ve Enes Bozkurt’un refakat ve rehberliğinde, çok büyük ve heyecanlı bir ziyaretçi topluluğunun bütün cadde ve sokakları doldurduğu, adeta adım atmanın zorlaştığı bir zaman diliminde, Suriçi’ndeki tarihi yapıları ve mekânları gezmenin büyük bir heyecan ve hazzını yaşadık.

Diyarbakır’ın sur içindeki yerleşim alanı, son ölçümlere göre, kuzey – güney doğrultusunda 1040 metre, doğu – batı doğrultusunda 1400 metre olan bir ana koordinatla belirlenmiştir. Suriçi kent alanı kabaca, 1.456.000 metrekare ve 150 hektar civarındadır. Suriçi bölgesine Diyarbakır’ın tarihi, kalbi ve hafızası desek, asla mübalağa yapmış sayılmayız. Tarihten günümüze kadar uzanan eski Diyarbekir ruhunun, büyük ölçüde bu bölgede yaşadığını söylemek mümkündür. Diyarbakır’a gidip, bu bölgeyi iyice gezmeden dönerseniz, geziniz büyük ölçüde eksik kalır.

Karacadağ’ın lavları üzerinde, 660 metre yükseklikte, Dicle nehrinin kenarında kurulmuş olan Sur ilçesi, şehirde egemen olmuş büyük uygarlıkların bıraktıkları önemli eserler ile her tarafı süslenmiş bir açık hava müzesi görünümündedir.

Tarihi geçmişinin MÖ 9-10 bin yıllarına kadar uzandığı tahmin edilen ve son dönemlerde yapılan arkeolojik kazılarda tarihi geçmişi konusunda önemli bulguların elde edildiği bölgede, çok önemli yerleşim yerleri kurulmuş ve büyük uygarlıklar hüküm sürmüştür. İslam öncesinden başlamak üzere Hurriler, Mitanniler, Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Büyük İskender, Romalılar ve Bizanslılar’ın dönem dönem bu topraklarda egemen oldukları bilinmektedir. İyaz bin Ganem tarafından bölgenin fethedilmesinden sonra çok sayıda İslam devletinin bölgeyi kısa veya uzun süreli yönettiğini, daha önce ifade etmiştik

Bu farklı yönetim dönemlerinin sonucu olarak, İlçe çok sayıda uygarlığın izlerini taşıyan, zengin tarihi ve kültürel birikimi ile farklı uygarlıkların, medeniyetlerin yerleşim alanı ve önemli bir merkezi olmuştur. İlçe bir tarih ve kültür merkezi olma özelliğini her zaman korumuş ve bunu günümüze kadar taşımıştır. Her uygarlık kendi kültürünü, öncekilerle kaynaştırıp, daha zengin hale getirerek yeni kuşaklara adeta bir “Açık Hava Müzesi” şeklinde sunmuştur.

Sur İlçesi ve Suriçi’nde dünya kültür mirası için büyük anlam taşıyan çok önemli eserler bulunmaktadır. Tarihi niteliği ve önemi bulunan bu eserleri şu şekilde sıralamak mümkündür: “Eski Diyarbakır evleri, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Gökalp ve Ahmet Arif müze evleri, Arkeoloji Müzesi, Behrampaşa, Fatihpaşa (Kurşunlu), Safa Parlı, Melik Ahmet Paşa, Ali Paşa, Aynalı Minare, Nasuh Paşa, Hz. Ömer, Nebi ve Şeyh Mutahhar camileri, Dört Ayaklı Minare, Meryem Ana Kilisesi, İçkale ve Saint George Kilisesi, Mar Petyun Keldani Kilisesi, Ermeni Protestan Kilisesi, Ermeni Katolik Kilisesi, Surp Giragos Ermeni Kilisesi, On Gözlü Köprü, Cemil Paşa Konağı, Erdebil Köşkü, Gazi Köşkü, Kuşdili Köşkü, Deliller (Kervansaray) ve Hasan Paşa Hanları, Kadı Hamamı, Çarşiya Şevıti (Yanık Çarşı), Hz. Süleyman Camii ve içinde bulunan 27 sahabe kabirleri, Anadolu'nun en eski ve ilk ibadete açılan, avlusunda bulunan şadırvanı, çeşitli devirlere ait kitabeleri ve İslam dünyasında beşinci Harem-i Şerif olarak bilinen Diyarbakır Ulu Camii ve yaklaşık 5 km uzunluğu ile Dünya Kültür Miras listesindeki Diyarbakır Surları görülmeye değer nadide eserlerdir.’’

Burada asırlara meydan okuyan bir eserden de kısaca bahsetmek gerekir. Dicle Nehri üzerinde yapılan ve halk arasında On Gözlü Köprü olarak şöhrete kavuşan köprü, şehrin hemen güneyinde ve Mardin Kapısı’nın çıkışındadır. Köprünün 1065 yılında Mervaniler Döneminde Übeyd oğlu Yusuf isimli bir mimar tarafından yapıldığı, kitabesindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır.

2015 yılında bölgede birçok ilçe ile birlikte Suriçi’nde yaşanan çatışma ve yıkım eylemleri, bölgeye çok büyük zararlar verdi ve bazı tarihi eserlerde geri dönüşü mümkün olmayan tahribat ve yıkıma neden oldu. Aynı şekilde bu olaylar sırasında ve olayların ardından yaşanan göçler ve kentsel dönüşüm süreci boyunca da, her ne kadar otantik ve özgün yapıya dikkat edilmeye çalışılsa bile yine de büyük bazı değişim, kayıp ve zararların ortaya çıktığını ifade etmek gerekir. Bu olayların sebep olduğu yıkım ve tahribat ile yüzyıllar boyunca bu önemli eserlere bilerek veya bilmeyerek verilen zararlar sonucu, tarihi ve kültürel dokuda çok büyük kayıpların yaşandığı da, maalesef acı bir gerçek olarak orta yerde duruyor.

**********

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.