Abdulkadir Menek

Abdulkadir Menek

İslam Sembolleriyle Süslü Bir Dünya Şehri: İstanbul (IV)

İstanbul’da gezilmesi ve görülmesi gereken mekânlar saymakla bitmez. Biz biraz da bizim için ayrı bir anlam ve öneme sahip mekânlara ve semtlere uğramayı, bu kısa süremizi bu şekilde değerlendirmeyi uygun gördük ve Sarıyer’e yöneldik.

İstanbul’un kuzeyden Karadeniz sahillerine uzanan ve doğusunda İstanbul Boğazı bulunan bu güzel ilçe, İstanbul’un doğal ve kadim yapısını diğer birçok ilçeye nazaran daha iyi muhafaza edebilen bir yerleşim bölgesi. Belgrad Ormanlarının bir kısmı ve Emirgan Korusu, ilçeye çok ayrı bir güzellik katıyor.

Sarıyer ayrıca böreği ve nefis balıkları ile de kendinden söz ettiren bir bölgemiz. Bu ilçemizi ziyaret eden yerli ve yabancı turistler, bu yiyeceklerle nam salmış ünlü mekânları ziyaret etmeden dönmüyorlar.

Osmanlılar döneminde Sarıyer sınırları içinde çok sayıda tekke ve medrese yapılmış ve buralarda bütün coğrafyaya hizmet eden gönül erleri yetişmiştir. Bu bölgenin sükûnet ve huzur dolu ortamında, manevi ders ve sohbetlerle mücehhez bir şekilde yapılan irşad ve irfan faaliyetleri yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Durmuş Dede ve Nafi Baba Tekkeleri bu irşad ocaklarının önde gelenleridir.

Merkezi ilçelerdeki camiler kadar bilinmese de yine bu dönemlerde ilçenin farklı semtlerinde Ali Kethüda Camisi, Ali Paşa Camisi, Cerrah Mahmut Efendi Camisi, Emirgan Camisi, Ali Pertev Camisi, İskele Camisi, Büyükdere Kethüda Camisi, Baltalimanı Camisi, Kireçburnu Camisi, Osman Reis Camisi, Reşitpaşa Camisi gibi isimler taşıyan çok sayıda cami yapılmış ve bu bölgeye kalıcı bir şekilde İslam’ın mührü vurulmuştur.

Sarıyer’de bizim özellikle ziyaret etmek istediğimiz mekân, Bediüzzaman Hazretlerinin, Rusya esareti dönüşünde geldiği İstanbul’da bir müddet kaldığı ve Eski Said’in Yeni Said’e inkılap ettiği ahşap bina.

Fıstıklı Bağlar Sokaktaki bu eve Eski Said olarak giren Bediüzzaman Hazretleri, bu çok büyük, zorlu ve yorucu süreç ve dönüşümün ardından Yeni Said olarak çıkmış, kendisini bekleyen iman ehline, yeni bir tarz ve yeni bir anlayış ile yazacağı Risale-i Nur Külliyatı’nı, kaderin sevki ile yazacağı günleri beklemeye başlamıştır. Aslında Mesnevi-i Nuriye’nin de önemli bir kısmı bu evde yazılmış, Risale-i Nur’un bir fidanlığı vazifesini görerek, ileriki zamanlarda neşv-ü nema bulacak eserlerin de habercisi olmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri İhtiyarlar Risalesi’nde, Sarıyer’deki bu eve gelişini anlatırken şu ifadeleri kullanmaktadır:

"İşte bu ihtar-ı Kur'ânîyi aldıktan sonra, o kabristan, İstanbul'dan ziyade bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaşeretten daha ziyade hoş geldi. Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer'de, bir halvethane kendime buldum. Gavs-ı Âzam (r.a.) Fütuhu'l-Gayb'ıyla bana bir üstad ve tabip ve mürşid olduğu gibi, İmam-ı Rabbânî de (r.a.) Mektubat'ıyla bir enîs, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit, ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin ezvâkından çekildiğimden ve hayat-ı içtimaiyeden sıyrıldığımdan pek çok memnun oldum, Allah'a şükrettim."

(26. Lem’a, 6. Rica)

Bediüzzaman Hazretleri yaşadığı bu dönüşüm sürecini 28. Mektup, 3. Risale, 3. Nokta’da da kısaca anlatmaktadır:

"Bundan otuz sene evvel, Eski Said'in gâfil kafasına müthiş tokatlar indi, (Ölüm haktır) kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol aradı, bir halâskâr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı Âzam olan Şeyh-i Geylânî radıyallahü anhın Fütuhu'l-Gayb namındaki kitabıyla tefe'ül etti. Tefe'ülde şu çıktı: (Sen dârü'l-hikmettesin; önce, kalbini tedavi edecek bir tabip ara.)

Aciptir ki, o vakit ben Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye âzâsı idim. Güya ehl-i İslâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Hâlbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvelâ kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir.

İşte, Hazret-i Şeyh bana der ki: "Sen kendin hastasın. Kendine bir tabip ara."

Ben dedim: "Sen tabibim ol." Tuttum, kendimi ona muhatap addederek, o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum.

Fakat sonra, ameliyat-ı şifakârâneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münâcâtını dinledim, çok istifaza ettim.

Sonra İmam-ı Rabbânî'nin Mektubat kitabını gördüm, elime aldım. Hâlis bir tefe'ül ederek açtım. Acaiptendir ki, bütün Mektubat'ında yalnız iki yerde "Bediüzzaman" lâfzı var. O iki mektup bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektupların başında "Mirza Bediüzzaman'a Mektup" diye yazılı olarak gördüm. "Fesübhânallah," dedim. "Bu bana hitap ediyor." O zaman Eski Said'in bir lâkabı Bediüzzaman idi. Hâlbuki Hicretin üç yüz senesinde, Bediüzzaman-ı Hemedânî'den başka o lâkapla iştihar etmiş zatları bilmiyordum. Hâlbuki İmamın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki, ona o iki mektubu yazmış. O zâtın hali benim halime benziyormuş ki, o iki mektubu kendi derdime devâ buldum."

Fıstıklı Bağlar Sokaktaki bu halvethanede Üstad Hazretleri bazı önemli eserlerini de kaleme almış, manevi mücahedesine hiç ara vermeden devam etmiştir. Bugünlerde Dar-ül Hikmet-il İslamiye’ye verdiği ikametgâh tezkeresinde adresini şu şekilde belirtmektedir:

“Sarıyer – Fıstıklı Bağlar Sokağında 8 numaralı ahşap binada oturmaktadır.”

(Son Devrin İslam Akademisi: Darü’l-Hikmet-i İslamiye, Sadık Albayrak)

Fıstıklı Bağlar Sokakta bulunan iki katlı bu ahşap bina uzun yıllar özel mülkiyet olarak kullanılmıştır. 1952 yılında Gençlik Rehberi Mahkemesi vesilesiyle İstanbul’a gelen Üstad Bediüzzaman Hazretleri talebelerinden İnebolulu Selahaddin Çelebi ile birlikte burayı ziyaret etmiş ve yaklaşık otuz yıl önce bu evde yaşadığı hatıralarını tazelemiştir.

Selahaddin Çelebi’nin anlatımıyla bu ziyaret şu şekilde gerçekleşmişti:

“1952 senesinde Üstad İstanbul’da Akşehir Palas Oteli’nin üst katında kalıyordu. Güneşli bir sabahtı. Kendilerini ziyarete gitmiştim. Biraz sohbetten sonra bana: ‘Selahaddin, bugün kısmet olursa seninle eski ikametgâhlarımdan Sarıyer’e gidelim’ dedi.

“Sonra taksi tutarak Sarıyer’e gittik. Orada kahveciden o semtin en yaşlısını sorduk. Kahveci, muhtarın yaşlı bir insan olduğunu söyledi. Aradım ve nihayet yaşlı muhtarı buldum. Ona, Üstad Hazretleri otuz sene evvel bu semtte oturduğunu, şimdi evin nerede olduğunu sordum. Muhtar hemen hatırladı. Fıstıklı Bağlar semtinde yokuşun hemen sağ tarafında durduk. Kapıyı vurunca bir hanım açtı. Hanıma ‘Müsaade ederseniz Üstad evi ziyaret edecek, otuz sene evvel burada oturmuş’ dedik. Hanım da ‘Buyursunlar’ dedi. Üstadla beraber eve girdik, merdivenleri çıktık.”

(Bediüzzaman Said Nursî, Mufassal Tarihçe-i Hayatı, Abdulkadir Badıllı)

Bu evde deniz tarafındaki odaya giren Üstad Hazretleri, burada çok hislenerek dua eder. Bir müddet pencereden dışarıyı ve denizin maviliklerini seyreder ve Selahaddin Çelebi’ye dönerek şu ifadeleri kullanır: "Selahaddin, bu oda Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Fütuh-ul Gayb kitabıyla Eski Said’in Yeni Said’e inkılabına sahne olmuştur." Şimdi bu evin denize bakan tarafında yüksek apartmanlar yapıldığı için maalesef denizin maviliklerini buradan temaşa etmek imkânını bulamıyorsunuz.

Bu mütevazı ev daha sonraki yıllarda Mehmet Fırıncı Ağabey ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın gayretleri ile satın alınmış ve manasına uygun bir şekilde döşenerek ders ve sohbetlere önemli bir mekân olma vazifesi görmeye başlamıştır. Haftanın bazı günlerinde bu mekânda yapılan Nur sohbetleri ile 1921 yılında burada yaşanan büyük dönüşümün ruhuna uygun bir şekilde, iman ve Kur’an hakikatleri, asrın idrak ve anlayışına anlatılmaya devam edilmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum