“Kur'an'ın Sevgi Odaklı İnsan Modeli” başlıklı seminerden notların üçüncü kısmı…
Daha önce yayınlanan birinci kısım:
Bizi cennete koymak isteyen bir Allah’ı kim sevmez?
Daha önce yayınlanan ikinci kısım:
S.6. Biz Allah’ı seveceğiz. Sevgimizi Onun Habibi olan peygamberimize (s.a.v) tabi olarak göstereceğiz. Peki dünyada yaşayan varlıklar olarak etrafımızdaki nesneleri hiç sevmeyecek miyiz, ya da seveceksek nasıl seveceğiz. Bu konudaki ölçü ne olmalıdır?
Önce şu ayete bir bakalım:
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ
“Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten, salma atlardan, sağmal hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere sevgi insanlar için bezenip süslendi. Bunlar dünya hayatının metaıdır. Nihayet varılacak yer Allah’ın huzurudur.”(Al-i İmran, ,3/14)
Her şeyden önce Said Nursi’den ödünç alarak şunu ifade edelim. Sevgi iradeye bağlı bir şey değil. Fıtridir. İnsan sevmesi gereken objeleri, varlıkları iradesiz sever. Ancak insan iradesiyle sevgisinin yönünü değiştirebilir. Biz annemizi. Babamızı, eşimizi, malımızı, gençliğimizi, güzelliğimizi, çocuklarımızı, yiyecek ve içecekleri ve bir çok varlıkları severiz. Zaten bu sevgi olmasa insan yaşayan ölüden ibaret kalır. Burada önemli olan bunları niçin sevdiğimizdir. Mümin bir insan, bütün bunları zatları için değil, yani sadece kendi varlıkları için değil, yaratıcıları için sever. Ölçü de burada gizlidir. El Hubbu filllah. Yani Allah için sevmek. Çünkü bütün bu saydığımız şeyler, tesadüfen ortaya çıkmış olan şeyler değil. Allah’ın ikramı ve ihsanıdır. Bu yüzden sevdiğimiz şeyleri Allah gibi değil, Allah için sevmek önemlidir. Cahiliye döneminde cahiliye Arapları putperestti. Putları çok severlerdi. Cansız, duygusuz, ruhsuz kendi elleriyle yaptıkları putları. Allah Kur’anda onların putlarını Allah’ı sever gibi sevdiklerini söylemektedir. Hiçbir şey, ama hiçbir şey Allah’ı sever gibi sevilmez. Sevilirse o sevilen nesneler, varlıklar putlaştırılır. Sanıyorum günümüz insanın en büyük sıkıntısı, insanın bazı canlı ya da cansız varlıkları putlaştırmasıdır. Çağımızda bilim ve bilimin ürünleri putlaştırılmaktadır. Çağımızda idolleştirilen insanlar da bir nevi putlaştırılmış olmaktadır. Sporcular, sanatçılar vs. insan nefsini de putlaştırmaktadır. Bir ayet, Efe reaayte men itteheza ilahehu hevahu. Yani nefsini, hevasını ilah edineni gördün mü diyor. İnsan nefsinin, nefsinin kötü arzularını dinlerse, Allah yerine nefsine tapıyor, nefsini Allah gibi seviyor demektir. Her insan kendisini sever. Sevmeli de. Ama aciz ve zayıflığını fark edip Allah’ın mahluku ve kulu olduğunu düşünerek sevmeli. Bu durumda insan, nefsinin kötü arzularına uymaz, nefsini Allah gibi sevip putlaştırmaz, onunla büyük cihad şuuruyla mücadele eder. Bu mücadele ömür boyu devam eder. Bir şekilde nefsine mağlup olmuşsa, hemen Allahtan af diler. Onun Rahmet ve merhametine sığınır. Çünkü mümin Allah’ın rahmetinden ümidini kesmeyen insandır. Mümin battı balık yan gider demeyen bir kimsedir. Düştüğü yerden kalkmasını bilir.
Anne babamızı Allah için seversek, onlara iyilik yaparız. Yaşlandıklarında ölümlerini temenni etmeyiz. Yaşamalarını temenni ederiz. Onları Allah için sevmenin ölçüsü budur. Yoksa menfaatleri olduğu zaman sevmek, menfaat bitince sevmemek İslamca bir sevgi değildir, Allah için bir sevgi değildir.
Malımızı Allah için seversek, onun sadece şahsımız için harcamayız. Haram helal demeden kazanmayız. Helal kazanırız, fakir ve fukaranın hakkını veririz. Malı mal için seven insan ise cimri olur. Başkalarına hiçbir şey koklatmaz.
Eşimizi Allah için seversek, o yaşlandığında, ya da hastalandığında, güzelliği ya da yakışıklılığı bozulmaya yüz tuttuğunda onu bir kenara atıp başka denizlere yelken açmayız. Eşimizi ebedi hayatta birlikte olacağımızı düşünerek severiz.
Çocuğumuzu Allah için seversek, onun sadece dünya için yetiştirmeyiz. Dünyanın fani olduğunu biliriz, onun iki dünya mutluğu kazanması için gayret gösteririz. Bir taraftan ona Fen bilimlerini öğretirken, diğer taraftan ona dinini., imanını Kur’an’ını en güzel şekilde öğretiriz. Manevi ve uhrevi yönleri ihmal etmeyiz.
Yiyecek ve içecekleri Allah için seversek, onları helal yoldan kazanır, helal olanları yeriz, israf etmeyiz.
Peygamberleri Allah için seversek, onları putlaştırmayız. Hristiyanları hz. İsayı Allah için sevmediğinden onu ilah haline getirdiler. Biz peygamberimizi ve bütün peygamberleri Allah için severiz. Onları Allah’ın hem kulu hem de elçileridir.
Evliya ve alimleri Allah için sevmek gerekir. Allah gibi sevmek, onları putlaştırmaktır. Bir alim Allah’ın emrinin dışında bir şey emretmişse, “bunda vardır bir keramet” denmez. Ona uyulmaz. Allah’a isyana teşvik eden Anne babaya bile itaat edilmez. Hiçbir şeyi ve kimseyi ilahlaştırmamak gerekir.
Sevgide bir ölçü lazım. Bu ölçü Allah için sevmektir. Peygamberimiz de (s.a.v)
أَحْبِبْ حَبِيبَكَ هَوْنًا مَا عَسَى أَنْ يَكُونَ بَغِيضَكَ يَوْمًا مَا , وَأَبْغِضْ بَغِيضَكَ هَوْنًا مَا عَسَى أَنْ يَكُونَ حَبِيبَكَ يَوْمًا مَا " .
“sevdiğini ölçülü sev. Bir gün gelir senin buğz ettiğin,nefret ettiğin kişi olabilir.Nefret ettiğin kişiden de ölçülü nefret et. Bir gün senin sevdiğin bir kişi olabilir.” Bu hadis, Allah için sevmek, Allah için nefret etmek, düşmanlık etmek ölçüsünü hatırlatmaktadır. Aşırı sevgi her zaman zarar sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Biz vasat bir ümmetiz. Her şeyimiz vasat olmalıdır, orta olmalıdır dengeli olmalıdır. Bu yüzden “işlerin en hayırlısı orta olanıdır, dengeli olanıdır” buyrulmuştur.
S.7. Allah için sevmek insanlar arasındaki ilişkilere nasıl yansıyacaktır?
Mümin, kalbinde hakiki anlamda sevgi olan bir insandır. Dinimizde bütün müminler kardeştirler. Kardeşlikte ırk ayrımı, sınıf ayrımı, statü ayrımı yoktur. Bu yüzden mümin, mümin kardeşini sever ve sevmelidir. Kalbi gerçek sevgi ile dolu olan bir müminin kalbinde müminlere karşı düşmanlık olmaz. Bir mümin ile üç günden fazla küs durmamak prensibi, kardeşliği düşmanlığa dönüştürecek bir davranışını önünü kesmektir. Sevgiye zarar verilmemesidir. Hedef budur.
Müminin mümin kardeşine karşı kalbinde düşmanlık olmaz dedik. Peki mümin kardeşimizin bir kötülüğü varsa, bir yada birkaç kötülüğü varsa ne olacaktır? Mümin işte kalbindeki bu gerçek sevgiden, Allah için sevmekten dolayı, mümin kardeşine acıyacaktır, merhamet edecektir. Bununla da kalmayacaktır. Sevgi tezahür etmek ister dedik. Evet, sevgi dolu bir kalp, mümin kardeşine hatasından dolayı acımayı ve o hatayı lütufla ıslah etmeyi gerektirir. Lütufla ıslah etmek. Yani kırmadan, dökmeden ıslah etmek, düzeltmek. baskıyla değil. Başkalarının yanında rezil ederek değil. Hatalarını başkalarına söyleyerek değil. Kimsenin olmadığı yerde, baş başa bir kahve ya da çay içerken, ya da bir sahilde, bir parkta dolaşırken elini omzuna atıp dostça yumuşak bir üslup ile onu ıslah etmeye çalışmaktır bu. Bu üsluba Kur’an “kavl-i leyyin” der. Hz. Musa ve kardeşi Harun’a Firavun’a giderken kullanmaları istenen bir üsluptur. Yumuşak üslup. Tatlı dil. Böyle sevgi dolu şefkatli bir ıslahtan hiçbir insanın incineceğini sanmam. Kötülükler, insanın sırtında görülen akrep gibidir. Kötülük yapan bu akrebin farkına varmayabilir. Ama dışarıdan bakan bu akrebi görür ve onu o kardeşine gösterir. Hiç kimse benim sırtımdaki akrebi niçin gösterdin demez. Aksine memnun olur. Allah için sevmek böyle bir davranışa götürür kişiyi.
S.8. Allah için sevmenin insanlar arasındaki ilişkilerde başka yansımaları da var mıdır?
Elbette vardır. Mesela kalbi sevgi dolu olan bir mümin, kardeşinin kendi şahsına karşı yapmış olduğu kötülüklere kötülükle değil iyilikle mukabele eder. Bu prensip sadece dışa karşı değil, içe karşı, yani aile fertlerine karşı da uygulanması gereken sevgi dolu bir prensiptir. Kur’an’da konuyla ilgili olarak şöyle buyurulur:
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ۚ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ
Ayetin meali şu şekilde verilebilir: “seni kötülüğü en güzel şekilde sav. Kötülüğe iyilikle mukabele et. Bir de bakarsın ki, seninle aranda düşmanlık olan kişi, samimi bir dost oluvermiş.”
İyiliğe iyilik her kişinin karı, kötülüğe iyilik er kişinin karı denmiştir. Bu şahsım tarafından da tecrübe edilmiştir.
Aynı zamanda Allah için sevgi toptancı olmayı reddeder. Yani insanda yüz tane ahlaki özellik varsa bunların birkaç tanesi kötü ise, o insan kötü demek değildir. Bir Müslümanda İslama uygun olmayan sıfatlar olur bazen. Bu kötü ahlakı sıfatlar yüzünden o kişiye düşman olmak değil, o kötü sıfatlara düşman olmak, onları sevmemek mümkündür. Suçun şahsiliği olduğu gibi, kötülüğün de şahsiliği vardır.
Bu sevginin en önemli tezahürlerinden birisi de affetmektir. Kur’an bize af ve safh ahlakını öğretiyor. Fa’fu anhum fasfah” ayeti bunu ifade eder Affetmek ve safh etmek. Sevginin en önemli yansıması. Eşimizi, çocuklarımızı, arkadaşlarımızı, diğer müminleri affetmek. Şahsımıza yapılan hatalardan dolayı affetmek gerekir. Bizi kırmıştır, bizim istemediğimiz bir davranışı yapmıştır örneğin. Sevgi affı gerektirir. Öyle bir afv ve safh ki, bir daha o kötülüğü gündeme getirmeyecek derecede afv etmektir bu. Zihnimizin bir köşesine o kötülüğü not edip, yeri gelince ya sen bana şöyle yapmamış mıydın demek değildir affetmek. Allah bir müminin günahını affettiği zaman, onu amel defterinden siler, meleklere de unutturur. Bu Allah’ın ahlakıyla ahlaklanıp bize yapılan kötülüğü hafızamızdan silmek gerekir.
Özetleyecek olursak, sanıyorum hayatta en zor şeylerden birisi bize kötülük yapana iyilik yapmak ve onu affetmektir. Ama önemli olan zoru başarmaktır. İnsanlar arasındaki kaybettiğimiz sevgi dolu ilişkilerin tekrar oluşması ve var olan güzel ilişkilerin bozulmaması için bu iki sevgi tezahürüne dikkat etmek gerekir.
***