Ne Toptancılık Ne Tekelcilik

Tıpkı ifrat ve tefrit gibi hem toptancılık hem tekelcilik yaklaşımları da tehlikeli, yanlış ve zararlıdır. Hele bu yaklaşım toplumsal hayatımıza teşmil edilirse zarar, katlanmış olur. Şu zararlı iki yaklaşım sonucunda uhuvvet/kardeşlik duyguları tahrip olurken, adavet/düşmanlık duyguları tahrik olur.

Mesela, Bediüzzaman, Avrupa üzerinden bizlere, “Avrupa ikidir.” diyerek toptancı yaklaşımın yanlışlığına dair güzel ve olumlu bir örnek verir. Keza, tekelcilik konusunda da yine Bediüzzaman’ın “Mesleğim haktır veya daha güzeldir, demeye hakkın var. Yalnız hak benim mesleğimdir, demeye hakkın yoktur.” diyerek, mesleğinin hak olan başkalarının da olabileceğini nazara vererek tekelciliği reddeder. Şu iki güzel ve olumlu yaklaşım örneğini hayatın sair alanlarına da uygulayabiliriz.

Risale-i Nurlarda bunun gibi o kadar çok gerçekçi, kuşatıcı ve faydalı düsturlar, prensipler ve ilkeler var ki; şahsi ve toplumsal hayatımızın her sahasında hakkıyla uygulansa, dünyanın muhtaç olduğu barış ve huzur, uhuvvet ve muhabbet, adalet ve hürriyet gibi bizim de özlemini duyduğumuz ortam çok rahatlıkla ve kısa zamanda tesis edilebilir. Maalesef, günümüzde bazı kesimler “ortak mukaddes malımız din” adına, bazıları da “sekülerizm” adına insanları “hizaya getirmek” için oldukça tehlikeli toptancılık ve tekelcilik anlayışının en fanatik söylem ve eylemlerini sergilemektedir.

Mesela, şu zamanda en mühim vazifelerden birisi de Bediüzzaman’ın, “Evet, tevhid-i imani elbette tevhid-i kulubu ister. Ve vahdet-i itikad dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.” dediği, dahilde uhuvvet ve muhabbet birlikteliği meselesinin gerçekleşmesi için çalışmak, tefrikaya sebep olabilecek söz ve fiillerden uzak durmaktır.

“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez.” (Mehmet Akif)

Mesela, her iki kesim de “en hakiki dindar” veya “en hakiki vatansever” kendilerinin olduklarını iddia ederek; karşılıklı olumsuz söylem, suçlama, etiketleme ve ötekileştirmelerle ülkeye toplumsal barış ve huzurun gelmesini engellemektedirler. Dindar olsun seküler olsun hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Kâinata “mehd-i uhuvvet/kardeşlik beşiği” nazarıyla bakan mümin; “dinde hassasiyet” ile “muhakeme-i akliyedeki noksaniyeti” ve “hamiyet” ile “cebir ve şiddeti” tefrik edebilen/ayırabilen muvazene/denge insanıdır.

Mesela, “Umumun mâl-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavi bir ekseriyette dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir.” ve “senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun; fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati bazan damara dokundurur, aksülamel yapar.” diyerek; tekelcilik anlayışının tahrik edici/kışkırtıcı, tahrip edici/bozucu ve tahkir edici /aşağılayıcı tehlikesine dikkat çeker.

Mesela, dinde olduğu gibi adalet, hürriyet, hukukun üstünlüğü, insan haklarına riayet, düşünce ve ifade hürriyeti gibi temel insani haklar ve hepimiz için lâzım olan şeylerde de bunları kendilerine mahsus görmek ve göstermek de tekelcilik anlayışının yine bir başka zararlı türüdür.

Mesela, iman davasında, onca eziyetlere ve işkencelere rağmen takip ettiği, şiddet ve kötü söz içermeyen, başkalarının da hak ve hukukunu ihlal etmeden sadece kendi hizmetine odaklı müspet hareket tarzıyla, bize, dahilde sosyal ve insani ilişkilerimizde dikkat etmemiz gereken yolu yordamı göstermektedir.

Mesela, bir isyan dolayısıyla Şeyh Said’e “Kılıç harici düşmana çekilir. Dahilde kılıç kullanılmaz.” ve Kör Hüseyin Paşa’ya da “Bu vatanın evlatlarını birbirine kırdıramazsın.” diyen Bediüzzaman, farklı düşünen, bir suçu olmayan muhalif ve muarız insanları hasım gibi görerek onlara düşman muamelesi yapılmaması ve ötekileştirilmemesi gerektiğine işaret etmektedir.

Mesela, “Fena ve fâni bir adamın güzel ve bâkî şöyle bir sözü var.” diyerek, her fena insanın söylediği sözün kötü olmadığını, fena insanın da güzel söz söyleyebileceğini ifade etmektedir. Burada hem toptancılık hem tekelciliğin reddi hem sözün mihenge vurulması hakikati vardır. Hak sahibine hakkını vermek adalettir. Kelâm sahibi de kalem sahibi de adaletli olmalıdır. Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır. Zulmün olduğu yerde ise hürriyetle birlikte kardeşlik ve sevgi, barış ve huzur olmaz. Öncelikle hüsnü zanna memuruz.

“Olmak ister isen bu yolda mahir,
Harabat ehlini hor görme zâkir,
Defineler saklı viraneler var.” (Erzurumlu İbrahim Hakkı)

Mesela, İstanbul’da bulunduğu bir sırada, taraftarlık duygusuyla, “Bir sâlih âlim, kendi fikr-i siyasîsine muvafık bir münafığı hararetle sena etti ve siyasetine muhalif bir sâlih hocayı tenkit ve tefsik/ fasıklıkla itham etti.” demiştir. Kendi düşüncesine muvafık/uygun insanların (iyi-kötü ayrımı yapmadan) hepsini övüp, kendine muhalif/zıt görüşte olanların (iyi-kötü ayrımı yapmadan) hepsini kötülemek de toptancı yaklaşımın ve ayrımcılığın en tehlikelisidir.

Sözün özü; istişare, kavl-i leyyin /vicdana dokunan yumuşak söz ve müspet/olumlu hareket esaslarına ve inancımıza taban tabana zıt bir durum olan tekelcilik ve toptancılık zihniyeti; toplumsal hayatımızın hiçbir meselesine çözüm adına bir dirhem bile katkı sağlamaz. Yanlış ve zararlı, bir o kadar tehlikeli olmakla uzak durulması gereken yaklaşımlardır.

**

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.