Ömer Faruk Topçu

Ömer Faruk Topçu

Ululardan Bir Ulu

Ne çabuk geçiyor seneler
Bu yüzden tarih tutmak ihtiyacı dahi
Hissetmiyor birçok insan
Öyle ki tarih düşerken yazıyorsunuz seneyi
Tam ay ve günü yazarak bir kayıt düşülecek
Bir tarih olacak bugün diye beklerken talih
Bir gülücük bir ağlayış geliyor ışık hızıyla
Gelen haber koparıyor sizi oracıkta
Tatilin lezzetli anını yaşamaktan
Kalem düşüyor elinizden
Ya cümleniz yarım kalıyor
Ya sonsuzluğa düşeceğiniz tarih

Kim peki şimdi sizi güldüren bu dost
Belki sizi dün ağlatandı o
Kim mi şimdi sizi ağlatan ahbap
Belki dün sizi güldürendi o
Bebeğiniz, anneniz, kardeşiniz, dostunuz
Üzerinize geliyor şimşek gibi
Ölümler, yangınlar, yalanlar
Hediyeler, müjdeler ve doğumlar
Sizi bir anda durduran dünya kadar mesajlar
Yıllar sonra çıkıyor karşınıza
Bambaşka şekillerle yaşanmış hatıralar

İşte tam karşınızda acı bir haber
Hem de tarih attığınız sayfalardan birinin
Açılış anına tevafuk gibi düşüyor
Omuzlarınızla beraber
Bir takvime bir de fotoğrafa bakıyorsunuz
İnanamıyorsunuz, on sene geçmiş aradan
Tarihin ay ve gününü yazmadan daha
Nasıl da akıvermiş zaman

Hem hızlı geçti aradan zaman
Hem de araya neler sığdırdı dünyaya sığmayan zaman
Ne şimdi önümüzde ki bu müşkül mânâ
Asırlardır geven gibi saçlarıyla suâllere cevap arayan
Yunan mekteblilerinin hâl-î pür-melâli
Ya da ok gibi gırtlağına kadar müskirata batmış sarhoşlar
Sonra bir aydınlık gönderiyor arayana Mevla
Düşüyor kucağına can çekişenlerin
Her ayrılığın ilacı olan iç açıcı vahiy ve tebşir

Hem o kadar hızlı geçiyor ki zaman
Seninle, sizinle, onlarla tanış olduğum
Seni köpürten beni coşturan
Hatıraların, hatıralarım uçup gitmiş
Tutup çıkaramıyorsun hafıza havuzundan
Mesela benim içimden
Seninle tanıştığım günü kim çekip çıkaracak?

Hem öyle geçiyor ki zaman
Bir taraftan yaklaştırıyor seni
İnmek zorunda olduğun durağına
Bir tarafta da hangi durakta
Gençlik mi, çocukluk mu, ihtiyarlık mı?
Nerede ineceğini bilmeyen
Ve senin de nerede ineceklerini,
Nerede durdurulacaklarını bilmediğin
Abin bacın kızın oğlun annen baban deden dostun ve eşin
Eğer sonradan vazgeçmezsen
Canımı veririm dediğin tüm sevgililerin
Bütün bilmemeklerin içinde
Onlarca tercihten güzide bir madde
Farkındasın veya değilsin, şık işaretlemekle geçiyor zaman
Sana şık işaretlettiriyor külli bir irade

Neyin tarihini tutacaksın?
Tutacaksan oruç,
Bir de hablü'l metin bir bağdan bir halat tutacaksın
Dualar, samimi fatihalar biriktireceksin
İhtiyat akçesi gibi

Ne zaman geldin Ankara’ya bilmiyorum
Bir dolu heyecan vardı bohçamızda
Büyük harblere kumandan olmuş gibiydik
Hariçten ümidimizi kıracak
Hiçbir sesi duymuyordu kulaklarımız
Nerede yangın çıkarsa orada olmak mecburiyetinde idik
Öyle bir aşk, öyle bir şevk taşıyordu gönlümüz
En deli aşıkların anlamakta zorlandığı
İşte öyle bir zamandı senin geldiğin zaman

Sokaklar, caddeler
Cehd edenlere pay edilmişti manevi miras gibi
Herkes aldı hakkını
Sen hangi caddesinde idin Ankara’nın
Kim tutmuştu senin ellerinden?
Kimin payına düşmüştün?
Kimin şefkatine pervane olmuştun?
Kim seni sevmeye layık olmuştu?
Azrâil'le gelince senden haber
Kimin elinden düştü kalem?
Kimin bitti kelâmı?
Bugün ineceğin durağı görmeden seni kimler sevdi?
İbrahim yürekli kardeşim
Zaman senin için bir mecliste
İşte böyle tarif edildi

Sen geldiğinde
Senin bugün vuslata erdiğin hâlin tefekkürünü
En zirvede yaşayanlar ile diz büktük
Şimdi gelen habere
Masumiyet ve teslimiyetle
Boynumuzu

Önceki ve Sonraki Yazılar