Abdulkadir Menek
Tevazu, Uhuvvet ve Uhrevi Kazanç (2)
Çok sık olarak gündeme gelen ve zaman zaman yanlış manalar verilen “Kemiyet ve Keyfiyet” konusuna da kısaca değinmekte fayda vardır. Keyfiyet; eğer kuru kalabalık manasında kullanılırsa kemiyetten elbette her zaman çok daha önemli ve önceliklidir. Fakat esas olan ve her müminin hak ve hakikati tebliğde şaşmaz ve değişmez hedefi, hiç şüphesiz ki “keyfiyetli kemiyeti” gerçekleştirmek olmalıdır.
Tebliğ metodunu bazı arızalarla malul hale getiren, şahsi kapris ve kusurları ile lekedar eden, bunlardan dolayı insanları uzaklaştırarak, onlara ulaşabilmekte sıkıntı çekenlerin, şahsi kusur ve hatalarını örtmek için sürekli olarak “kemiyet-keyfıyet” bahanesine sarılmaları, asla inandırıcı ve haklı bulunamaz.
Risale-i Nur Talebeleri, hizmet ettikleri kardeşleri arasındaki tavır ve hareketlerine bu önemli sebeplerden dolayı çok dikkat etmek zorundadırlar. Çünkü Hazret-i Üstad’ın ikazı gayet açıktır ve bütün hizmet ehline daima rehber olabilecek ehemmiyettedir:
“Ey kardeşlerim! Kur’ân-ı Hakîmin hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı, şahsiyetini kardeşler içinde fâni edip onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek olduğundan, mâbeynimizde bu nevi hubb-u cahtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün münâfidir. Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde ait olabilir; o büyük şeref-i mânevîyi şahsî, hodfuruşâne, rekabetkârâne, cüz’î bir şerefe ve şöhrete feda etmek, Risale-i Nur şakirtlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim.’
‘Evet, Risale-i Nur şakirtlerinin kalbi, aklı, ruhu böyle aşağı, zararlı, süflî şeylere tenezzül etmez. Fakat herkeste nefs-i emmâre bulunur. Bazı da hissiyat-ı nefsiye damarlara ilişir, bir derece hükmünü kalb, akıl ve ruhun rağmına olarak icra eder. Sizlerin kalb ve ruh ve aklınızı itham etmem. Risale-i Nur’un verdiği tesire binaen itimad ediyorum. Fakat nefis ve hevâ ve his ve vehim bazen aldatıyorlar. Onun için bazen şiddetli ikaz olunuyorsunuz. Bu şiddet, nefis ve hevâ ve his ve vehme bakıyor; ihtiyatlı davranınız.’’
(Lem’alar, sayfa;169-170)
Risale-i Nur’da ifadesini bulan düstur ve prensiplerin hilafına, cerbeze ve inat ile bazı yanlışların peşine takılan insanların, kendilerini haklı göstermek için müflis tüccarlar gibi sürekli eski defterleri karıştırmaları ve geçmişteki isabetli kararların arkasına sığınarak haklı görünmeye çalışmak çabaları, değişen zamanın ve şartların delillerini göstermesi ve hükmünü ibraz etmesi ile inandırıcı olma vasfını kaybetmektedir.
Kendilerini geçme veya daha çok hizmet etme potansiyellerine sahip bazı kişileri keşfettikleri zaman, bunları çeşitli etiket ve isimlendirmelerle yıpratma ve gözden düşürme yoluna tevessül ederler. Böylece kendileri hep önde ve gözde kalacaklarını zannederler. Oysa durum asla böyle değildir. Bu yanlış tutum ve davranışların sonucu olarak geçmişte yaptıkları hizmetleri berhava etme tehlikesini her nedense görmek istemezler.
Bu şahıslar en büyük zararları böylece kendilerine ve kendilerine safdilane veya çok basit menfaatlerle inanan kişilere verirler. Bu çok büyük bir tehlike olarak din hizmetlerini yürüten kişi ve grupların her an dikkat etmeleri gereken en büyük tuzaklardan biridir.
Bir önemli noktaya daha da dikkat çekmek gerekmektedir. Hizmet eden insanlar; saygı, hürmet, muhabbet, uhuvvet gibi hasletlere azami dikkat göstermekle birlikte, hakkı ve hizmetin safiyet ve kudsiyetini her şeyin üzerinde tutmalı ve hiçbir şeye feda etmemelidirler. “Çünkü hakkın hatırı âlidir ve hiçbir hatıra feda edilmez.’’ Hatta insanların haklarını bilmemeleri ve çeşitli faktörlerden dolayı sahip çıkmamaları neticesinde, arkadaşlarının da zarar görmesine ve onların da yanlış mecralara sürüklenmelerine sebep olabilirler. Evet, “İnsanlar cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti bile müstebit yapar” (Emirdağ Lahikası., S: 381)
Nur Talebeleri için burada önemli bir nokta daha bulunmaktadır. O da daha çok hizmet etmek ve manevi olarak daha yüksek mertebelere ulaşmak için, yaşanabilecek bazı rekabetkarane durumlardır. Bu konuda herkesin aldanması ve yanlış yapması mümkündür. Oysa Üstad Said Nursi, talebelerine en iyi şekilde rehber olmak için hizmetini herhangi bir dünya menfaatine bina etmediği gibi, uhrevi bir kazanca da alet etmemiş ve bunu hayatında da fiilen göstermiştir. Fakat bu tehlikeli durum için talebelerini ikaz etmek ihtiyacı duymuş ve şunları söylemiştir:
“Ehl-i dünya, büyük bir servet ve şiddetli bir kuvvet elde etmek için, hatta bir kısım ehl-i siyaset ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin mühim âmilleri ve komiteleri, iştirak-i emval düsturunu kendilerine rehber etmişler. Bütün sû-i istimâlât ve zararlarıyla beraber, harika bir kuvvet, bir menfaat elde ediyorlar. Hâlbuki iştirak-i emvâlin, çok zararlarıyla beraber, iştirakle mahiyeti değişmez. Her birisi umuma gerçi bir cihette ve nezarette mâlik hükmündedir; fakat istifade edemez.
Her ne ise, bu iştirak-i emval düsturu a’mâl-i uhreviyeye girse, zararsız azîm menfaate medardır. Çünkü bütün emval, o iştirak eden her bir ferdin eline tamamen geçmesinin sırrını taşıyor. Çünkü nasıl ki dört beş adamdan, iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Her biri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. O iştirak edenlerin her birinin bir duvarda büyük bir aynası varsa, her birinin noksansız, parçalanmadan, birer lâmba, oda ile beraber aynasına girer. Aynen öyle de, emvâl-i uhreviyede sırr-ı ihlâs ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesanüd ve sırr-ı ittihad ile teşrikü’l-mesâi, o iştirak-i a’mâlden hâsıl olan umum yekûn ve umum nur her birinin defter-i a’mâline bitamâmihâ gireceği, ehl-i hakikat mâbeyninde meşhud ve vakidir. Ve vüs’at-i rahmet ve kerem-i İlâhînin muktezasıdır.’’
İşte bir araya gelerek ve cemaat tarzında hizmet etmeye çalışmanın böyle büyük ve muhteşem neticeleri olabilir. Çok kabiliyetli insanların, çok büyük imkânlara sahip olsalar bile kendi başlarına yapamayacakları çok azim bir hizmeti, ihlas ile bir araya gelen kardeşler, çok daha dar imkânlarla yapabilir ve çok daha muhteşem neticelere ulaşabilirler. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, hiç şüphesiz ihlas sırrına bütün kuvvetimiz ile sarılmakla birlikte, kardeşlik hukukuna azami derecede riayet etmektir. Fakat burada çok daha önemli bir tehlikeye daha Üstad Hazretleri şu şekilde işaret etmekledir:
“İşte, ey kardeşlerim! Sizleri inşaallah menfaat-i maddiye rekabete sevk etmeyecek. Fakat menfaat-i uhreviye noktasında bir kısım ehl-i tarikat aldandıkları gibi, sizin de aldanmanız mümkündür. Fakat şahsî, cüz’î bir sevap nerede, mezkûr misal hükmündeki iştirak-i a’mâl noktasında tezahür eden sevap ve nur nerede?
İkinci misal: Ehl-i san’at, netice-i san’atı ziyade kazanmak için, iştirak-i san’at cihetinde mühim bir servet elde ediyorlar. Hatta dikiş iğneleri yapan on adam, ayrı ayrı yapmaya çalışmışlar. O ferdî çalışmanın, her günde yalnız üç iğne, o ferdî san’atın meyvesi olmuş. Sonra, teşrikü’l mesâi düsturuyla on adam birleşmişler. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir ve hâkezâ... Her birisi iğne yapmak san’atında yalnız cüz’î bir işle meşgul olup, iştigal ettiği hizmet basit olduğundan vakit zayi olmayıp, o hizmette meleke kazanarak, gayet süratle işini görmüş. Sonra, o teşrik-i mesâi ve taksim-i a’mâl düsturuyla olan san’atın semeresini taksim etmişler. Her birisine bir günde üç iğneye bedel üç yüz iğne düştüğünü görmüşler. Bu hadise, ehl-i dünyanın san’atkârları arasında, onları teşrik-i mesâiye sevk etmek için dillerinde destan olmuştur.
İşte, ey kardeşlerim! Madem umur-u dünyeviyede, kesif maddelerde böyle ittihad, ittifak ile neticeler, böyle azîm yekûn faydalar verir. Acaba, uhrevî ve nuranî ve tecezzî ve inkısama muhtaç olmayarak ve fazl-ı İlâhî ile her birisinin aynasına umum nur in’ikâs etmek ve her biri umumun kazandığı misil sevaba mâlik olmak, ne kadar büyük bir kâr olduğunu kıyas edebilirsiniz. Bu azîm kâr, rekabetle ve ihlâssızlıkla kaçırılmaz!
(Lem’alar, sayfa,168-169)
Maddi işbirlikleri ile elde edilen çok büyük neticelerden çok çok daha büyüğüne, manevi işbirlikleri ile ulaşmak mümkündür. İşte Nur Talebelerinin bu önemli konuya gereken önemi vermeleri ile birlikte, manevi kazanç ve uhrevi sevap noktasında azim bir kar içinde olacaklarını Rahmet-i İlahiyeden kuvvetle ümitvar olmalıyız. Elbette hiçbir Nur Talebesi ve hiçbir iman ehli, böyle azim bir kar ve uhrevi kazancı, dünyevi çekişmeler, makam sevgisi, kibir ve gurur gibi hasis duygular yüzünde feda etmez ve etmemeli.
Ahiret kazancı, her türlü dünyevi menfaat ve fani kazancın üstünde olmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.