Abdulkadir Menek

Abdulkadir Menek

Havf ve Reca Arasında Aciz İnsan

Rabb-i Rahim-i Kerim, bizleri rahmet ve keremi ile bu hizmetin mensupları arasına katmış ve bu paha biçilmez yola revan kılmıştır. Bu durum bizim şahsi kemalat ve faziletimizden kaynaklanmadığı gibi, belki de nefsimizin serkeşliğinden ve günahımızın büyüklüğünden bir rahmet-i ilahiye ve himaye-i rabbaniye neticesinde bir lütuf ve kerem olarak bizlere bahşedilmiştir.

Bunu böyle görmekten ve bu şekilde mana vermekten başka yol da yoktur. Çünkü bizden çok daha kabiliyetli, daha akıllı olabilen bazı insanların bu büyük nimetlerden mahrum olduğunu görüyor ve biliyoruz. Bunun aksini iddia etmek mümkün değildir. İşin hikmet ciheti elbette vardır ve bu malumat-ı İlahiye dâhilindedir.

Bu mazhariyetin sebebi ne olursa olsun, bizler bu büyük nimeti elden kaçırmamak için de her daim üzerimize düşeni yapmalı ve şükrünü eda etmeliyiz.

Bu durumun böyle olduğun bildiğimiz ve her zaman ifade ettiğimiz halde, nefis ve şeytan da boş durmamakta ve devamlı olarak heves ve enaniyeti tahrik ile insanların hoşuna gidebilecek, nefsanî hazlar verecek telkinlerde bulunmakta, birçok insanı da bu şekilde istikametten uzaklaştırmaya çalışmaktadır.

İnsanların bedeni çok zayıf olmakla birlikte; duyguları, istidatları ve mahiyeti itibariyle kuvvetli yaratılmasının çok sayıda hikmetleri bulunmaktadır. Bedenen çok zayıf olan ve çok az şeye gücü yetebilen insan, çoğu zaman gözle görülmeyen bir mikrop tarafından yere serilmekte, bazen de çok basit bir hastalık vasıtasıyla çaresiz ve aciz bir halde bırakılarak mağlup edilmektedir.

Kâinatta cereyan eden hadiseler karşısında insanların bütün gücü bir araya gelse çoğu zaman yetersiz kalmakta, eli kolu bağlı bir halde seyretmekten veya cüz’i bazı tedbirler almaktan öteye geçememektedir. Tsunami felaketi sonucunda, dünyayı kasıp kavuran pandemi sürecinde ve depremler sonucu vefat eden milyonlarca insan ile diğer felaketler neticesinde ölen çok sayıda insanın ölümü karşısında alınan tedbirlerin ne kadar yetersiz kaldığını hep beraber yaşayarak görmekteyiz. Allah’ın büyük bir nimet olarak verdiği akıl olmasaydı, aczi ve fakrı nihayetsiz olan insanın bu uçsuz bucaksız kâinatta çok büyük bir değeri ve anlamı olmayacaktı.

Fakat insan; mahiyetine yerleştirilen kabiliyetler, manevi duygularının zenginliği ve çok yönlü olması ile birlikte büyük bir potansiyele sahip olması cihetiyle “yeryüzünün halifesi” olarak görevlendirilmiştir. Aynı şekilde şerefli bir varlık olan insanın, içinde bulunduğu imtihan sırrının da gereği olarak ebedi bir hayatı kazanıp, bütün mahlûkların üstünde bir seviyeye çıkmasının da yolu bu şekilde açılmıştır.

Bu maddeten küçük ve ehemmiyetsiz varlığa, böyle büyük bir kabiliyet ve potansiyelin verilmiş olması elbette boşuna değildir. Bu nedenle insanlar buna dikkat etmeli ve Bediüzzaman’ın aşağıda belirtilen ikazlarına kulak vermelidir:

“Ey fahre meftun, şöhrete mübtelâ, methe düşkün, hodbinlikte bîhemtâ sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen ni’metler için fahre, gurura, belki bir hakkın var. Hâlbuki sen dâim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyarın bulunmakla, o ni’metlerin kıymetlerini fahrin ile tenkîs ediyorsun. Gururunla tahrip ediyorsun ve küfranınla iptal ediyorsun ve temellükle gasp ediyorsun. Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacâlettir.’’ (Sözler, 209)

İnsanlar bu ikaza şiddetle uymalı; fahr, gurur, medih, kendini beğenmişlik, küfran ve şöhret tuzaklarına düşmemek için azami gayret göstermelidir. Şükür ve tevazu libasını kuşanan insanlar da her zaman dikkatli olmalı ve uyanık davranmalıdır. Bütün insanlar için imtihan ölüme kadar devam etmektedir.

Bu tavsiyeleri yerine getirmeyen ve bunu hayatının her anına yansıtamayan insanlar için şüphesiz büyük tehlikeler söz konusudur. Burada insanlar büyük bir imtihan ile karşı karşıya bulunmaktadırlar.

İnsanlar bu imtihan sırrı ile ala-yı illiyenden esfel-i safiline kadar uzanan çok büyük bir mesafede bulunan makam ve seviyelere namzettirler. Her daim kıldan ince kılıçtan keskin bir sırat köprüsü üzerinde bulunulması hasebiyle, saadet ve helaket ihtimalleri karşısında olan insanların “havf ve reca” ortasında her zaman İlahi rahmet ve mağfireti temenni ve intizar etmekten başka çareleri de bulunmamaktadır.

Bu dünya hayatını bu şekilde geçiren insanlar için, Haşir meydanında herkesin kendi ameli baş başa kaldığı, İlahi rahmet ve mağfireti intizar ettiği dehşet anında, artık hayıflanmanın ve dövünmenin bir faydası olmayacaktır. Annenin evladına sahip çıkamadığı, İki cihan güneşi sevgili Peygamberimiz hariç, herkesin nefsini kurtarmanın derdine ve telaşına düştüğü bu büyük günde, tek kurtuluş vesikamız amellerimizdeki “takva” olacaktır. Çünkü "O gün dostlar birbirine düşman kesilir, ancak takva sahipleri müstesna." (Zuhruf Sûresi, 67. Ayet.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum