Franz Kafka’nın ‘Dönüşüm’ adlı eseri baş karakter Gregor Samsa‘nın bir sabah uyandığında kendisini dev bir böceğe dönüşmüş halde bulması ile başlar. Gregor’un fiziksel değişimine rağmen, düşünceleri ve duyguları insana özgü bir şekilde devam eder. Ailesi bu durum karşısında şaşkına döner ve zamanla ondan uzaklaşmaya başlar. Halbuki kısa bir süre öncesine kadar onunla gurur duyar ve onu yere göğe sığdıramazdı. O ise ailesinin kendisine muhtaç olduğunu ve eğer çalışıp para kazanmazsa, onların zor durumda kalacaklarını düşündüğü için, hiç sevmediği halde pazarlamacılık işini yapmaya devam ederdi. Ancak böceğe dönüşüp çalışamaz hale geldikten sonra bu konuda yanıldığını acı bir şekilde fark eder. Çünkü o kendisine muhtaç olan, ben olmazsam halleri ne olur diye düşündüğü ailesi o olmadan da hayatlarına devam edebilmekte, üstelik onu da artık bir yük olarak görmektedir. Bu durum, Gregor'un ailesi ile bağlarının çözülmesine ve karşılıklı anlayışın kaybolmasına sebep olur.
Kitapta geçen olaylar her ne kadar absürt ve gerçeküstü ögeler şeklinde vurgulansa da hepimizin kendinden bir parça bulduğu ve kendi hayatıyla özdeşleştirdiği bir durum aslında.
Çevremizde mutlaka, ben falanca kişiler için onca fedakarlıklar, iyilikler yaptım fakat karşılığında nankörlükten ve vefasızlıktan başka bir şey görmedim diyerek hayıflanan ve ıstırapla bu duruma isyan eden insanlar vardır. Birçoğumuz ise bu durumu hayatında bizzat kendisi yaşamıştır. Peki neden böyle olur? Neden bizler karşımızdaki insanlara bunca iyiliği, yardımı yaptığımız halde karşılığında vefasızlık ve acı görürüz? Bunları yaşamamızın sebebi sadece karşımızdaki insanlar mıdır? Bizim hiç mi kusurumuz yok bütün bu yaşadıklarımızda? Kendi kendimize itiraf edemesek de bütün bu soruların cevabını çok iyi biliyoruz aslında. Yaptığımız şeyler her ne kadar doğru olsa da amacımız ve beklentilerimiz yanlış olduğu için yaşadıklarımızın sonuçları da hüsran oluyor ne yazık ki…
Bizler insanlara fazla mana yüklüyor ve yaptığımız iyiliklerin karşılığını da onlardan bekliyoruz. Ancak yapılan iyiliğin karşılığını insandan beklemek, o iyiliği nakite çevirmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. Bir nevi ticaret yapar gibi, eğer çok fedakarlık yaparsak karşılığında da sevgi ve ihtimam görürüz diye düşünüyoruz. Halbuki karşılığını Allah’tan beklemeden insanlara yaranmak amacıyla yapılan tüm fedakarlıklar nafile birer çaba olmaktan öteye gitmez…
Siz hiç hayatı boyunca namazlarını aksatmadan kılan, oruçlarını tutan ya da karşılığını Allah’tan bekleyerek ibadetlerini gerçekleştiren bir müslümanın verdiği emekler için “yazık oldu yıllarıma” veya “keşke o ibadetleri hiç yapmasaydım çok pişmanım” dediğine şahit oldunuz mu? Sadece bunu düşündüğümüzde bile gerçekte canımızı yakan şeyin ne olduğunu ve bunu önlemek için ne yapmamız gerektiğini anlıyoruz aslında.
Niyetimiz sahih olduğunda yaşadığımız şeylerin sonucu ne olursa olsun hissedeceğimiz şey tek huşu ve huzur olur. Çünkü biliriz ki Allah'ın rızası gözetilerek ve karşılığı ondan beklenerek yapılan hiçbir şey boşa gitmez. Bunu gerçek anlamda idrak edebildiğimiz zaman ne gördüğümüz vefasızlık ne da başka bir şey canımızı yakabilir. O vakit demir gibi bir irade ile yılmadan, isyana düşmeden, dosdoğru bir şekilde bu alemde yol almaya devam edebiliriz…