Günümüzde kadınlar çalışma hayatında oldukça aktifler. Bir çok meslekte erkeklerle eşit şartlarda çalışıyorlar. Peki aile içinde ve sosyal hayatta da bu eşitlikten bahsetmek mümkün mü?
Kadınlar çalışma hayatına atılırken en büyük amaçları eşit yaşam hakkı ve ekonomik özgürlüğe sahip olmaktı. İş hayatında hedefine tam anlamıyla ulaşamasa da epey bir yol kat ettiğini söyleyebiliriz. Ancak aile hayatlarında bundan söz etmek pek mümkün değil. Çünkü geçmişten bu yana evinin ve çocuklarının bütün sorumluluğunu sırtında taşıyan kadın için bugün de pek değişen bir şey olmadı.
Eskiden sadece evi ve çocukları ile ilgilenen kadın artık ev, iş, okul sarmalında adeta nereye yetişeceğini şaşıracak duruma geldi. Bu durumun çocuklar üzerinde de çok olumsuz etkileri olduğunu görüyoruz maalesef.
Yıllardır anaokullarında çocuklarla iç içe görev yapan bir eğitimci olarak buna bizzat şahitlik etme şansım oluyor. Örneğin yıllar önce çalıştığım bir kurumun kreş bölümünde 2 yaş grubu çocuklara da eğitim veriliyordu. Bu bölüme daha çok çalışan anneler çocuklarını bırakıyordu. Çocukların bir kısmı sabah saat 07.30’ dan akşam 19.30’a kadar kreşte kalıyorlardı. Anne sabah erkenden işe geç kalmamak için canhıraş ve telaşlı bir şekilde çocuğunu okula getirir, öğretmenine teslim eder ve hızla giderdi. Henüz iki yaşında, altı bezli olan çocuk anneden ayrılmak istemez ve tüm okulu çınlatacak şekilde avaz avaz bağırıp ağlardı. Bu ağlama krizlerinden sonra çocuk bazen durumu mecburen kabullenip öğretmeninin kucağında sınıfına giderdi bazen de bu ağlamalar gün boyunca sürerdi. Akşam olduğunda da anne yine koştura koştura çocuğunu almaya gelir ve çocuğunu alırken de öğretmeni soru bombardımanına tutardı. (yemeğini yedi mi ? altı zamanında değişti mi? uyudu mu vb.) Bunu yaparak kendince çocuğunu bırakmak zorunda kalmış olmanın suçluluğunu ve içindeki vicdan azabının yükünü hafifletmeye çalışırdı sanki.
Ben büyük yaş grubunda öğretmenlik yapmama rağmen bu küçük sevimli çocukların sınıfını ziyaret etmeyi çok severdim. Sınıfa her girdiğimde çocuklar gelip eteğime yapışıp adeta ilgi ve şefkat dilenir gibi gözlerimin içine bakarlardı. Bir kısmı annesine gitmek isteyen bir ifade ile sınıfın kapısını gösterip anne diye ağlardı. Çocukların bu halini gördüğümde içim acır, bir insan neden bu yaştaki çocuğunu kreşe bırakır ki diye içten içe annelerine kızardım. Sonraları oturup duruma daha geniş bir perspektif ile baktığımda ise şunu düşündüm. Bu durumun suçlusu gerçekten anneler miydi? Yüzyıllarca ikinci sınıf insan muamelesi gören, ekonomik özgürlüğü olmayan, sürekli bir erkeğe bağımlı olarak yaşamak zorunda kalan kadınlar mıydı gerçekten suçlu olan? Onlar, yıllar süren mücadelelerin sonunda erkeklerle eşit çalışma şartlarına sahip olabilmişlerdi peki bu durumdan gerçekten karlı mı çıkmışlardı yoksa Dimyat’a pirince giderken ellerindeki bulgurdan mı olmuşlardı?
Kendi çevremde anne-baba birlikte çalışan ailelere baktığımda şunu gözlemledim; eşler dışarıda eşit şartlarda çalışmalarına rağmen erkek eve geldiği gibi televizyonun karşısına kuruluyor kadın ise bir yandan çocuk, bir yandan ev işleri, yemek derken neye yetişeceğini şaşırıyor bu da kadının hem fiziksel hem de ruhsal olarak yıpranmasına sebep oluyor. Erkek eşine destek olsa bile bu yemeğin yanına bir salata yapmaktan veya sofrayı toplamaktan öteye gitmiyor. Böyle olunca da eşitlikten bahsetmek pek mümkün olmuyor. Diyelim ki gerçekten eşitlik sağlandı ve eşler arasında eşit bir şekilde görev dağılımı yapıldı peki eşitlik her zaman adaleti sağlar mı? Yaradılışı gereği bir erkeğe göre daha narin ve güçsüz olan kadına böyle sorumluluklar yüklendiğinde adalet sağlanmış oluyor mu?
Duruma ekonomik özgürlük boyutundan baktığımızda da adaletten söz etmek pek mümkün olmuyor maalesef. Çünkü çevremizde çalıştığı halde ekonomik özgürlüğü bulunmayan, maaş kartı eşinin elinde olup sadece eşinden aldığı harçlıklarla kendini idame ettirmeye çalışan bir sürü kadın var. Kadınların uğruna mücadele ettikleri hayat gerçekten bu muydu?
Çocuk yönünden düşündüğümüzde de refah içinde yaşayabileceği bir gelecek hazırlamak uğruna kendisine en ihtiyaç duyduğu zamanda onu kendisinden mahrum bırakıp yabancı insanlardan ilgi, merhamet dilenecek duruma getirmek mi olmalıydı?
Çocuğun gözünden baktığımızda ise onun gerçekten ihtiyacı olan şey yuvasında anne sıcaklığında güven içinde büyümek yerine, çok güzel bir çocuk odasına, en iyi oyuncaklara, elbiselere sahip olup yabancı insanların gözünde sevgi, şefkat, merhamet dilenmek mi olmalıydı?
Genel olarak baktığımızda bizim toplum olarak özellikle de kadınlar olarak oturup bir düşünmemiz gerekiyor bence. Kadınlar olarak gerçekten ihtiyacımız olan şey eşitlik mi yoksa adalet mi?