“Suyu Taşıyan Nehir SAİD ÖZDEMİR”
Taha Çağlaroğlu’nun kaleme aldığı “Suyu Taşıyan Nehir SAİD ÖZDEMİR” adlı biyografi, Hiçbişey Yayınları tarafından yayımlandı.
KİTABIN ÖN SÖZÜ’nden
Said Özdemir. Soru soran, arayıp bulan, vakur, kendinden emin, bir o kadar da mütevazi, şevk çağlayanı, kişiliğiyle terbiye eden, hamiyet ışıltısı, tehlikelere meydan okuyan.
Said Özdemir, mekik dokuyan adam; karakoldan karakola, risaleden risaleye, kesintisiz, tavizsiz. Bir bakarsınız matbaada, bir bakarsınız duruşmada; hiç durmadan, daima muhkem. “Ölsek de sevinin, eve dönsek de!” diye dilinden nur çağıran. Yıllarca süren takipler, soruşturmalar ve hapishanelerle çığlaşan. “Sözler”ini okullara, hapishanelere, bütün dünyaya duyurmak aşkıyla yanıp tutuşan; derdi olan, ideali için çifte kavrulan. Tereddütsüz insan.
Bir insanın hayatını anlatmak, kâinatın büyük fotoğrafı içinde hayatı ve insanı anlama çabasının bir parçasıdır. Aslında kendimizi tanımanın ve anlamanın peşinde yürüyüp gitmekteyiz, hayat boyunca. İnsanlığın büyük fotoğrafı, ne anlama gelmektedir ve bu fotoğrafın çekirdek ve çiçeklerini nasıl anlamlandırmaktayız? Hayatın karelerindeki çile, cehd, özlem, gözyaşı, mutluluk arayışı, hakikat özlemi, sonsuzluk iştiyakı fırtınalı hadiselerin içinde sürekli tezahür ediyor. Bir biyografinin penceresi, bizi sükût ve çağıltılar arasında bunları keşfe çağırır; bazen de bir fotoğrafın penceresi…
Said Özdemir Ağabey’i 2011’den önce biraz tanımış, bazı sohbet ve konuşmalarını dinlemiştim. Fakat onun biyografisini yazma kararı verdiğim günden sonra o, benim âlemimde çok farklılaştı.
Bir akşamdı. Demetevler’e, Said Özdemir’in de iştirak ettiği sohbete gitmiştim. 2011’in ilk günleriydi. Demetevler’de, Risale dersi sırasında içime gelen bir ilhamla Said Ağabey’in hayatını yazmak istedim. İnanılmaz bir istek duymaya başladım. Böyle bir şeyi kendisine teklif etsem ondan nasıl bir tepki alacağımı kestiremiyordum. Ders bitiminde kendisine yanaştım ve Said Özdemir biyografisi yazma düşüncemi söyledim. Bu meseleye sıcak baktığını izhar etmesi, beni çok sevindirmişti. İlk anda bana kolay gibi görünen bu çalışmanın ağırlığını ise sonraki günlerde hissetmeye başladım.
1927 doğumlu Said Özdemir Ağabey, benim biyografi yazma düşüncemin belirdiği günlerde 84 yaşındaydı. Bir dava uğruna fedakârca harcanmış bir ömürle, hem de yakın tarihin fırtınalı atmosferinde tembellik nedir bilmemiş bir yaşantıyla karşı karşıyaydım. Said Ağabey, sadece evindeki bilgisayarı, ev ve cep telefonu üçgeninde hizmetlere koşan biri değildi. Aniden ortadan kayboluyor, Bursa’daki bir anma toplantısına, İstanbul’daki bir sempozyuma, bir televizyon programına, Tillo’daki bir etkinliğe, Çanakkale’deki derse, Barla’daki mevlide katılıyordu. Kurduğu internet sitesiyle ilgili çalışmaları takip ediyor, Hz. Bediüzzaman Camii’nin açılışı amacıyla görüşmeler yapıyor, Risale-i Nur’ların yabancı dillere tercümesi ve risalelerin bütün dünyaya dağıtımı için bitip tükenmeyen bir sebatla koşuşturuyordu.
Said Özdemir, daima bir sıcak takiptedir. Bir ‘kurşun adam’ gibi neşirden neşire, matbaadan matbaaya, risaleden risaleye koşmaktadır. Said Özdemir’in uzun süren gözaltı, sorgulama, duruşma ve hapishane serüveni, 1960’ta başlar, 1983’e kadar defalarca gözaltına alınır ve tutuklanır Özdemir. Ulucanlar, Ayaş, Sivrihisar, Sultanahmet, Mersin ve Taksim Askerî cezaevlerinde sadece ve sadece Risale-i Nur’u neşrettiği için on kez hapis yatar. Suikastlara maruz kalır. “Hapishane, maskelerin çıkarıldığı yerdir.” der Cemil Meriç. Fıtri bir serüvendir orası.
Beni sevindiren hususlardan biri, Said Özdemir Ağabey tarafından bana bizzat verilen bazı mektupların ilk kez bir kitap bütünlüğü içinde burada yayımlanmasıdır. Hasan Okur Ağabey’in takrizi, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın kitabımız için yazdığı yazı, İbrahim Kaygusuz Bey’in Said Özdemir ile görüşmelerini ve Zübeyir Gündüzalp ile ilgili tavzihlerini aktarması, kitabımızı zenginleştirmiştir.
Taha Çağlaroğlu - 2024