Yüce Allah Yunus suresi 22 ve 23. Ayetlerinde şöyle buyuruyor:
Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur. Hatta gemilerde bulunduğunuz ve o gemiler içindekilerle beraber hoş bir esinti ile akıp gittikleri ve tam keyiflendikleri sırada o gemilere şiddetli bir fırtına gelir çatar ve her taraftan onlara dalgalar gelmeye başlar. Bütünüyle kuşatılıp artık bittiklerini sanırlar. İşte o vakit tam ihlas ile Allah’a yalvarır ve dini O’na has kılarak şöyle dua ederler: “eğer bizi buradan kurtarırsan, andolsun ki, şükredenlerden olacağız”derler. Sonra Allah onları oradan kurtarır, kurtulur kurtulmaz yeryüzünde çeşitli taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar taşkınlığınız sırf kendi zararınızadır. Şu değersiz dünya hayatının bir süre tadını çıkarınız, sonra nasıl olsa dönüp Bize geleceksiniz. Biz de bütün yaptıklarınızı tek tek haber vereceğiz.
(Yunus, 10/22-23)
Cenab-ı Hak dünyayı insanın yaşamasına elverişli bir şekilde dizayn etmiştir, yaratmıştır. Bu yüzden insan dünyada kolay bir şekilde hareket etmekte, yürümekte ve yaptığı arabalarla gidebilmektedir. Ayda bu özellik olmadığı için, aya giden astronotlar zor yürümektedirler. Araçlar zor hareket etmektedir. Çünkü ayda yer çekimi yoktur, ama dünyada vardır. Bu Allah’ın bizim için sağladığı çok büyük bir nimetidir. Ama biz bunun farkına varmıyoruz.
Cenab-ı Hak niçin dünyayı insanların yürümelerine, hareketlerine uygun bir şekilde yarattı da, ayı öyle yaratmadı? Çünkü insan Allah katında çok değerli yer yere sahip. Onu kendisine muhatap seçmiş. Akıl vermiş, fikir vermiş, kalp vermiş. Gözle görüp akılla düşünmesini ve kalp ile onun varlığını ve birliğini tasdik etmesini ondan istiyor ve bekliyor. Ama çoğu insan Allah’ın verdiği gözü ve aklı O’nu tanımak için kullanmadığından bu büyük mucizenin, yani; İnsanın dünyaya rahat bir şekilde hareket edebilme mucizesinin farkına varmıyor. İnsanlar aya gitmeselerdi, yine biz bu mucizenin mukayese ederek farkına varamayacaktık. Dolayısıyla karada gezen görünüşte biziz. Ama bizi Allah dolaştırıyor. Çünkü bizin azalarımızı ona uygun olarak yaratmış, havayı, yer çekimini bize uygun bir şekilde yaratmış. Bu yüzden O’na ne kadar hamd etsek azdır.
İkinci olarak ayette, bizleri denizlerde de gezdirenin O olduğunu bildiriyor. Evet, Arşimet suyun kaldırma kuvvetini tespit etmiş. Ama suya kaldırma kuvvetini veren, bunu bir kanun haline getiren Allah’tır. Allah suya kaldırma gücü vermeseydi, biz ne kadar güzel gemi yaparsak yapalım, onu asla yüzdüremeyecek ve yolcu ve yük taşımada bu büyük nimetten istifade edemeyecektir. İşte insanın kendisini karada yürütenin, denizde gezdirenin Allah olduğu unutuyor. Cenab-ı Hak kendi varlığını bizim gibi nankör insanlara, gafil insanlara hatırlatmak için, denizde giderken bir fırtına veriyor. Gemiler büyük sıkıntılar atlatıyor. İşte o zaman, o güne kadar inanmayan ve ibadet etmeyen insanlar, Allah’ı hatırlıyor, onun varlığını hissediyor. Denizlerin sahibinin kim olduğunu, fırtınanın sahibinin kim olduğunu hatırlıyor. Ve ayetin ifadesine göre, ellerini açıp Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlıyor.Eğer bu felaketten kurtulursa, şükredeceğini söylüyor. Ama ya sonra? Sonrası malum. Yine isyana, yine inançsızlığa ve ibadetsizliğe devam ediyor. Taşkınlara, azgınlıklara devam ediyor. Halbuki insanın yaptığı azgınlık ve taşkınlıklar onun aleyhinedir, zararınadır. Çünkü inançsızlıkla yapılan taşkınlıklar ebedi cehennemi netice verecektir. İman zafiyetiyle yapılan taşkınlıklar, azgınlıklar ve isyanlar da cezasız kalmayacaktır. Bu yüzden insan ne yaparsa yaptığının hesabını vermek zorunda kalacaktır, mükafat ya da ceza görecektir.
Kur’an bize insanın halden hale geçen durumunu bir örnekle anlatıyor. Hayat yolculuğu devam ediyor. Musibetler sadece denizde değil, karada, havada, evde, yolda, parkta, bahçede, bağdada insanın başına gelebiliyor Musibetler hep bize yanlış yollardan döndürmek maksadını güdüyor. Cenab-ı Hak musibetlerle bizlere kendisini hatırlatıyor. Hastalık, deprem, sel, yangın, iflas gibi durumlar hep birer musibet. Önemli olan musibet değildir. Musibete kilitlenirsek, musibet iki olur, üç olur, dört olur. Ama musibeti vereni bulursak, musibetin hikmetini anlamaya çalışırsak, sabrederiz, onun mükafatını alırız.
O halde hayat gemisiyle yolculuk yaparken başımıza gelen musibet ve felaketlerde Allah’ı hatırladığımızda, ona söz verdiğimizde, hayat gemimiz batmaktan kurtulduğunda, yara almaktan kurtulduğunda ona verdiğimiz sözü yerine getirelim. Yoksa hayat gemisini karaya oturturuz. Gemiyi tahrip etmiş olmanın da hesabını vermek zorunda kalırız. Ama bu hesap da zor bir hesap olur. Sonundaki cezayı şımarık nefsimize çektiririz. Bu yüzden hayat gemisini karaya oturtmamak için gayret göstermeliyiz, Allah’a verdiğimiz sözleri yerine getirmeliyiz. Günah ve isyanların buzdağından onu korumak için Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) kılavuzluğunu kabul edelim.