Mallarımızı ve Canlarımızı Allah’a Satmak Ne Demektir?

Said Yargıcı

Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır.

Tevbe, 9/111

Rivayet edildiğine göre, Resul-ü Ekrem’e, Akabe gecesi, Mekke’de Medineden gelen yetmiş kişi biat ettikleri zaman, Abdullah b. Revaha, “Rabbin ve kendin için bize dilediğini şart koş” demişti. Peygamber de (s.a.v), “Rabbim için Ona ibadet etmenizi ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamanızı, kendim için de beni, kendinizi ve mallarınızı nasıl koruyup savunuyorsanız öyle koruyup savunmanızı şart ederim” buyurdu. Onlar da, “Bunu yaptığımız takdirde bize ne var” diye sorunca, Hz. Peygamber, “cennet” buyurdu. Bunun üzerine, “Bu alışveriş karlıdır, bu sözleşmeyi ne bozarız, ne de bozulmasını kabul ederiz” dediler. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

Sahip olduğumuz vücudumuz, organlarımız, beş duyumuz, duygularımız aslında bizim kendimizin değil. Ama biz çoğu zaman onların “bizim” olduğu vehmine kapılıyoruz. Halbuki bizim daha varlığın farkında olmadığımız bir zamanda insan olarak yaratılmak üzere planlanmışız ve insan olarak yaratılmışız. Şu anda sahip olduğumuz şeylerin hepsi de bizim kendi öz malımız değil. Bize hepsi bir emanet. Biz emanetçiyiz. Cenab-ı Hak bize sahip olduğumuz duyguları ve duyuları emanet olarak verdikten sonra göndermiş olduğu Kur’an’ında, bize verdiği emanetleri kendisine satmamızı, eğer bu emanetleri biz ona satarsak, karşılığında çok büyük bir fiyat vereceğini, rızasını ve cenneti vereceğini söylüyor. Yapmamız gereken tek şey, emanti asıl sahibi satmak. Çok dikkat çekici olan hem bize emanet vermesi, hem de bizden çok yüksek bir fiyat karşılığında satın almasıdır.

Akıllı bir insan, emaneti satmayı düşünür. Emaneti satmak ne demektir? Cenab-ı Hakk’ın bize verdiği organları, duyguları ve malları O’nun yolunda, O’nun istediği istikamette kullanmaktır. Eğer Allah’a hakkıyla kul olursak, bu kulluğumuz da çocukluğumuzdan başlayarak istikametli bir şekilde kabre girene kadar devam ederse, bu durumda emaneti hakiki sahibine satmış oluruz. O da bizi rızasına erdirir, bizi ebedî cennetlerinde cemaliyle müşerref kılar.

Örneğin Allah bize yürümek için ayak, tutup bir şeyler yapmak için el vermiş. Bu el ve ayağın bize bir emanet olduğunu hatırlamalıyız. Ve kendi kendimize “Bu emanetleri yer yerli yerinde kullanıyor muyum?” diye de sormalıyız. Sonra da hayatımız boyunca elimizi ve ayağımızı Allah yolunda kullanmak için gayret göstermeliyiz.

Gözümüz de aynı… Göz, ruhun penceresidir. Ruh göz vasıtasıyla bu alemi seyreder. Bütün güzelliklerin en ince ayrıntılarını fark eden bir gözümüz var. Güzeli ve güzelliği herkes görür. Önemli olan güzelin güzelliğinin kendinden değil, Allah’ın Cemil isminden geldiğini fark etmektir. İşte baktığımız güzelliklere bu gözle bakabilirsek, onu Allah hesabına çalıştırmış, emaneti sahibinin rızasına uygun bir şekilde kullanmış oluruz. Yoksa göz, geçici bazı güzellikleri nefis hesabına seyrederse adi bir varlık olmaktan öteye gidemez.

Kulağımız da bize hep hayra götürecek şeyleri dinlemeli. Dilimizle helal olanları tatmalı ve güzel, hayırlı olan şeyleri konuşmalıyız. Böyle yaparsak, bu emanetleri sahibine satmış oluruz. Onun rızasını kazanmış oluruz. O da vadettiği gibi fazlı ve keremiyle, ihsanıyla ebedi cennetinde bizi ebedi şekilde ihsanlarına, lütuflarına mazhar eder.

Ya Rab bizi kendine kul kabul et. Emanetini alma vaktine kadar emanetinde emin kıl. Amin.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.