İnsanı yoktan var eden Yüce Rabbimiz, insanın fıtratına inanma ihtiyacını da koymuştur. Konuyla ilgili ayette şöyle buyurulur:
Kıyamet gününde, “Biz bundan habersizdik” demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini aldı ve onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” Onlar da, “Evet sen bizim Rabbimizsin” dediler.
(Araf,7/172)
Bu ayete göre Cenab-ı Hak, bütün insanlara anne karnına düşüp Kur’an’ın ifadesiyle başka bir yaratılışla yaratıldıktan, yani kendisine ruh üflendikten sonra kendisinin onların Rabbi olduğunu tasdik ettirmiştir. Buna göre her insanın fıtratında Allah’ı bulma, bilme, O’na inanma ve ibadet etme kabiliyeti vardır. Nitekim İbn-i Abbas, bunun “Allah’a kulluk yapma ve O’na şirk koşmama” hususunda bir misak olduğunu beyan ediyor. (İbn-i Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim,II, 329) Bunun amacı da ayetin içinde, “bizim bundan haberimiz yoktu” denmemesi içindir.
Buradan anladığımızı sizlerle paylaşmak istiyorum: Bütün insanları yaratan Allah'tır. Ve insanların fıtratlarında Allah’ın varlığını ve birliğini bilip ona iman etme, sadece O’na kulluk yapma, O’na şirk koşmama ihtiyacı ve özelliği konulmuştur. Her şeyden önce bununla her insanın varlığının kendisinin, farkına varsın varmasın, Allah’ın varlığının ve birliğinin çok önemli, canlı bir delili olduğu ifa edilmek isteniyor. Yani bizim varlığımız Allah’ın varlığına ve birliğine en önemli bir delildir. Düşündüğümüz zaman bunun farkına varırız.
Bizim aslımız çamurdur. Hz. Adem bizzat çamurdan yaratılmış, insan ise dolayısıyla çamurdan yaratılmıştır. Yani toprak ve sudaki elementlerden yaratılmıştır. Halbuki bu elementlerden, sayısını bilemeyeceğimiz kadar hayvanlar ve bitkiler de yaratılıyor. Bu elementler, moleküller, vitaminler nasıl karar verip de bu kadar mükemmel bir varlığı meydana getirebilirler? Elbette ki kör, sağır, güçsüz olan bu varlıkların herhangi bir şey yapması mümkün değildir. Onlar sadece bir vasıtadır. Eczanedeki ilaçlar, nasıl tesadüfen yapılmamışsa, bir kimyacı tarafından hassas ölçüler de ilaçlar yapılıyorsa, insanın yaratılışı onlardan çok daha hassas ölçülerle oluyor. Hiçbir şey sebepsiz değildir. Rastgele ve tesadüfi değildir. Nasıl insan tesadüfen meydana gelebilir? O halde Allah bu şekilde düşünceyi derinleştirerek kendisini bulabilme kabiliyetini bizlere vermiştir.
Fakat bazı insanlar, fıtratlarını bozuyor, varlıklarının, hayatlarının, azalarının Allah’a şehadetlerini görmezden geliyor, üzerini kapatıyor, örtüyor. Zaten küfrün esas anlamı da bu şahitliklerin üzerlerini örtmek, kapamak demektir.
İkinci olarak ayet, insanın Allah’a kulluk yapacağı sözünü de vermiş olmasından bahsediyor. İnsan daha doğmadan önce, ya da Hz. Ademin genlerinde iken, “Evet sen bizim Rabbimizsin” demekle, O’na Rab olarak tanıyacağını kabul etmiş oluyor. İnsan her gün kendisini sarhoş edecek şeylerle meşgul olmazsa, işi ile eğlence arasında sıkışıp kalmazsa, kendisini dinlediğinde, düşündüğünde aslında hiçbir şeyin başıboş olmadığını idrak eder. Kendisinin de bir sahibi olduğunun bilincinde olur. Hakikati aramaya başlar.
İşte Hz. Muhammed ile birlikte Kur’an da fıtratlarının, vicdanlarının seslerine kulak vererek, bir Rabbin Allah’ın varlığını vicdanlarının, fıtratlarının derinliklerinde hisseden, duyan, fark eden insanlara yardımcı oluyor. Onun, aradığı Rabbini daha kolay bulmasını sağlıyor, nasıl ibadet edeceğini, nasıl Allah’a şükredeceğini anlatıyor. Bu yüzden Kur’an insan fıtratını destekliyor.
Fakat bir kişi, aklını özgür bırakarak düşünmezse ne yazık ki bunun farkına varamaz. Aklını uyuşturucu, eğlence, spor seyirciliği, internet, cep telefonu, sosyal medyaya aşırı düşkünlük gibi şeylerle uyutursa, sarhoş ederse, o insan ne fıtratının, vicdanın sesine kulak verebilir, ne de Hak olan İslam dinini, Allah’ın Ezeli ve Ebedi hitabını fark edebilir. Böyle bir insanın Allah yanında uyduracağı hiçbir mazereti de olmayacaktır.
Allah bize kendimiz üzerinde düşünmeyi ve fıtratımızdaki Allah inancına kavuşarak bilinçli bir mümin olmayı nasip etsin. Amin.