Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:
Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaat buyurdu. Orada ebedi kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etmiştir. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl kurtuluş da budur.
(Tevbe, 9/72)
Bu ayeti kerimede mümin erkek ve kadınlar için cennetin anahtarının iman olduğunu ifade ediyor. Allah’ın diğer emirleri ve nehiyleri bu imanı pekiştiriyor, aynı zamanda içimizdeki imanın varlığını gösteriyor. Burada bildirilen insana cennete götürecek iman, taklidi değil, tahkiki bir imandır. Özellikle içinde bulunduğumuz asırda taklidi iman şüpheler ve vesveseler karşısında fazla dayanamaz. Hatta bazı alimlerin bildirdiğine göre, böyle taklidi bir iman, sekerat vakti dediğimiz ölüm vaktinde şeytanın kalbimizden alabileceği kadar zayıf bir imandır. Tefekkür ve kullukla pekiştirilmeyen ve son nefese kadar muhafaza edilmesi için gayret gösterilmeyen bir iman böyle bir imandır.
Bu yüzden imanımızı taklitten tahkike çıkarmalıyız. Yani gördüğümüz her şey eğer bize Allah’ı hatırlatıyorsa, “Bana her şey Seni hatırlatıyor Ya Rabbi” diyecek dereceye gelirsek, bu iman tahkiki bir imandır. Bir güzel papatyada, bize gülümseyen bir gülde, güzel çiçeklerin üzerinde özgürce kanat çırpan bir kelebekte, bize zehirli iğne taşıdığı halde şifalı balı veren bir arıda, kendisi çamur yediği halde yavrularına süt veren incirde, kuru toprak ve sıcaktan başka bir şey olmayan çölde, toprak yiyip bize şekerli helva veren hurmada, üzümde, Cenab-ı Allah’ın varlığını birliğini, çeşitli isimlerinin yansımalarını görebiliyorsak, bunu da bütün varlıklarla ilgili olarak yapabiliyorsak bu iman tahkiki bir iman demektir. Böyle bir iman, insana her zaman Allah’ın huzurunda olma şuuru verir. Bu iman, bizim Allah’ı bütün isim ve sıfatlarıyla tanımamızı sağlar. Böyle bir iman ve tanıma Allah’ı her şeyden çok sevmemizi netice verir. Bu da ona kulluk yapmamızı doğurur. Zaten peygamberimiz de (s.a.v), bu ayetin tefsiri mahiyetindeki bir hadis-i şeriflerinde, “Allah’a ve resulüne inanan, namazını dosdoğru kılan, orucunu tutan kimseyi Allah cennetine koyar.” buyurur. (İbn-i Kesir, II,457)
Elbetteki ibadetler cennet için yapılmaz. Cennet ibadetleri yapmakta sadece teşvik edici, motive edici bir unsur olur. Cennet ebedi kalınacak bir mekandır. Orada gözümüzün görmediği, kulağımızın işitmediği, kalbimize dahi gelmeyen çok büyük nimetler ihsan edilecektir. Orada hadis-i şeriflerde bildirildiği gibi insan ölmeyecek, elbiseleri çürümeyecek ve kendisinin gençliği de geçip gitmeyecektir. Bu yüzden dünya ve içindekiler bizleri aldatmamalı, kalbimizi, gönlümüzü çelmemeli. Dünyanın ahiretin bir tarlası olmasına daha çok odaklanmalıyız.
Allah rızasının daha büyük olması
Cenab-ı Hak ayetin sonunda, “benim rızam daha büyüktür” buyuruyor. Esas kurtuluşun rızasına erişmek olduğunu ifade buyuruyor. O halde mümin bir insanın asıl görevi, Allah’ın rızasını kazanmak, onun hoşnutluğunu elde etmektir.
Bir hadis-i şerifte bildirildiği gibi, Allah bir insanın amellerinden razı olduğu zaman artık ona gazab etmez. Ona şefkatiyle muamele eder. Onun rızasına nail olduğumuzda, o bize cemalini de gösterir, her türlü nimetleri de sonsuz bir şekilde ikram ve ihsan eder. Bunun için koca Yunus bu sırrı anladığından dolayı, “Cennet cennet dedikleri/Birkaç köşkle, birkaç huri/Verin onu isteyene/ Bana seni gerek seni” demiştir. Onun rızasını kazanmak için, iman ve ibadet boyutlu yaşamak gerekir. Düşünce ve yaşayışımızı iman eksenli yaparsak, onun rızasına ereriz.
Ya Rabbi sen bizleri, senin rızana eren insanlardan eyle. Amin.