Güncelliğini her asırda muhafaza eden, 1445 sene öncesinden Nebevî (as) bir uyarı: “Yarın yaparım diyenler helak oldu.” Nübüvvet yolunun bir başka varisinin de aynı anlama gelen bir başka ikazı: “Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki, ona maliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü bulunduğun gün bil.” (Bediüzzaman)
Hem dünyevi hem uhrevi işlere şamil iki uyarının her ikisi de sadece hayat-ı şahsiye/bireysel hayat için değil aynı zamanda hayat-ı içtimaiye/toplum hayatı için de geçerlidir. Bu ciddi ikazlara kulak tıkayanlar, bu ihmalkârlığın faturasını çok pahalıya ödeyebilirler.
Amerikalı Psikolog Timothy A. Pychyl’in, savsaklama alışkanlığına müptela günümüz insanını resmeden bir kitabı var: Prokrastineyşın. Latince, “savsaklamak” anlamındaki kelime, “yarına ertelemek” demektir. Kitap, sanki Nebevî (as) ikazın izahı gibidir. Hikmet bizim yitiğimizdir. İster Doğu’dan ister Batı’dan gelsin, içinde hakka, hakikate ve fazilete dair şeyler varsa almakta beis görmeyiz.
Savsaklama; başlayıp bitirmemiz gereken bir işi, hiç gereği ve sebebi yokken, kendimize inat erteleme, çalışmak yerine boş işlerle vakit geçirme uğraşı yahut alışkanlığıdır. Zamanı da emeği de heder etmektir. Bu alışkanlık aynı zamanda sorumluluktan kaçışın bir başka ifadesi, niyetle eylem arasındaki uçurumdur. Her savsaklama ertelemedir, fakat her erteleme savsaklama değildir. Bizi eylemden alıkoyan şeyler: gönülsüzlük/isteksizlik, ayak sürümek, kendi gayretimizi sabote etme halidir.
Savsaklama, hayatın gerçeklerinden kaçmaktır. İhmalkârlıktan doğan pişmanlık, genellikle savsaklama davranışının olumsuz bir sonucudur. Buna giden yolun taşlarını yine biz döşeriz. Yarın değil bugün, sonra değil şimdi, bir ara değil hemen.
Kitaptan hayli ilginç bir anekdot aktaralım: Polonyalı zeki ve şakacı bir kasap, müşterilerine bir yarın oyunu oynar. Kasabın vitrinine bir yazı asar: “Bugün aldıklarınızın parasını ödeyeceksiniz, ama yarın tüm ürünlerimiz bedava!” Ertesi gün, bedava ürün almak üzere kasaba gelen müşterilere kasap, "Bakın ne yazıyor orada? ‘Yarın tüm ürünlerimiz bedava’ ama bugün değil, yarın. Bugün alacaklarınızın parasını ödeyeceksiniz!” O yarın ise daima bir gün ötededir ve o gün (yarın) hiç gelmeyecektir. İşte Polonyalı kasabın oynadığı oyunun benzerini bizim zihnimiz de bize oynar. Kendi oyunumuza gelmeyelim!
“Yarın” diyenlerin, gelecekte nasıl bir hal alacağımızı duygusal tahminle isabetli bir şekilde öngörüde bulunmaları gerekir ki, kendilerinden emin olarak yarın diyebilsin. Yarın yapacağımız şeyler için bugünden niyetleniriz. O anki duygusal durumumuz olumludur. Ne var ki, o işin vakti geldiğinde, aynı olumlu duyguları yaşayacağımız ya da taşıyacağımızın garantisi yoktur.
Tıpkı, “aklım almıyor” gibi “canım istemiyor” da bir tuzaktır. Her şey aklımıza tabi değil ki eyleme geçmek için ille de canımızın istemesi gerekmez. Harekete geçmek için motive olmak da şart değildir. İçimizden gelmese de pekâlâ yapabiliriz. Anne ve babalarımız bu duruma en güzel, en canlı örnektir.
Kitabın yazarı, “Bahane, insanın bir fantezisidir.” der. Fantezi; sonu gelmeyen sınırsız düşler, hayallerdir. Bahaneler, insanın kendini sabote etmesidir. İnsan peşincidir, az olsun ama hemen olsun ister. Fıtratımızda vardır bu. İnsan, bugün alacağı, kazanacağı küçük bir kârı yarın kazanacağı büyük bir kazanca tercih eder. Uzun vadeli kazancın değerini küçümseme eğilimindedir. İnsan, “Hazır bir dirhem lezzeti, ileride batmanlarla lezzetlere ve ücretlere tercih eder.” (Bediüzzaman)
Kronik savsaklama; bir yolunu bulup işten kaytarmak, yeni duruma kılıf uydurmaktır. Savsaklama alışkanlığı, kendimizi kandırma becerimizden beslenir. Bu davranış iki kişilik özelliğiyle yakından ilişkilidir. Bunlardan birincisi, sorumluluk bilinci, ikincisi, nevrotiklik yani duygusal dengesizliktir. Bazıları savsaklamaya meyilli bir kişiliğe sahiptir ve daha yatkındır.
Egoların; okşanmasıyla ve “nefs-i emareye bir makam vermekle” şişirildiği şu “Enaniyet Asrı” insanında bu iki kişilik özelliği, hükmünü fazlasıyla icra etmektedir.
**