“Büyük insanlar, hayat ve ölüm öğretileri ile sahnede sahte numaralar yapmazlar. Bunu, yalnızca küçük adamlar yapar.”
(Ruskin)
Maksadım botanikle ilgili bir yazı yazmak değildir. Hem botanik konusunda tahsilim de bilgim de yoktur. Susam ve Zambaklar; İngiliz şair, yazar ve hatip John Ruskin’in bireysel ve toplumsal hayatta ilerleme, kültür ve eğitim için kaleme aldığı bir eserdir. Kitaba bu ismi Bin Bir Gece Masalları’ndaki Ali Baba ve Kırk Haramiler hikayesinde geçen “Açıl Susam Açıl” sözünden mülhem vermiştir. Ruskin’in “Susam”ı, “hükümdar hazinelerinin kapısını açan kitaplardır.” Zambaklar ise toplumdaki yeri ve önemi itibariyle kadınlardır. Kişisel ve toplumsal hayatta kitabın önemine vurgu yapan yazar, eserinde, insanın “nitelikli okumayla gelişeceğini” söyler. O da tıpkı rahmetli münevverimiz Cemil Meriç gibi, “Felaketimizin kaynağı kültür yokluğudur.” der. Aslında mesele nihayetinde cehalete varıyor. Bu kadarla kalsa iyi. Ardından sefalet, peşinden ihtilaf baş göstermekle, içtimai ve iktisadi / toplumsal ve ekonomik hayatta sorunlar başlıyor.
İlginçtir; inancının ilk emri “Oku!” olan Müslümanların değil; dünyada en çok okuyan millet olduğu zannedilen Japonların- ki, 2023 itibariyle bu sıralama Hindistan, Tayland ve Çin şeklinde değişmiştir. Türkiye ise 18’nci sıradadır- literatüre kazandırdığı bir kelime vardır: Taşiyomi. Türkçesi, “Ayakta okuma.” Okumamak için bin türlü mazeret ileri sürenlere bedel şu kelime bu mazeretleri geçersiz kılarken; okumak için mekâna, masa veya sandalyeye ihtiyaç olmadığını söylüyor. Yeter ki okuma niyetinde olalım. Kütüphanelere “Ulular bezmi” diyen ve “Her toplum bir kitaba dayanır… Senin kitabın hangisi?” sualini soran, okumaktan gözlerini kaybeden rahmetli aydınımız Cemil Meriç, felaketimizin kaynağı konusunda iki şeye dikkatimizi çeker: kültür yokluğu ve okumamak. Kültürü; ilim-irfan anlamında ele alırsak, okumayan kültürsüz bir toplum tasavvuru -geleceğimiz adına- hayli tedirgin edicidir. Okumamak: zihni fukara aklı ukala yapan eylemsizlik halidir. Vatan ve hürriyet şairi Namık Kemal’in (1840-1888) güzel bir sözü vardır: “Zihin fukara olunca akıl ukala olur.” Oysa ki sahip olduğumuz kültür ve medeniyet itibariyle sadece okumada değil, toplum hayatının her katmanını ilgilendiren konularda dünya sıralamasının hep başlarında yer almamız gerekir. Son sıralarda olmak; başta inancımıza sonra kültür ve medeniyetimize hiç yakışmayan hicap duyulacak bir haldir. Okumak için zamandan ziyade okuma niyetine, azim ve gayretine muhtacız. Zira vakti heder ettiğimiz, zamanı boşa harcadığımız o kadar çok ve abes işlerimiz var ki.
Hakiki ömür sermayesi yirmi dört saat, gerçek hayat da yaşanan gündür. Sekizer saatlik üç dilime ayırarak taksimat yapacak olursak; bu taksimat içinde okumak için zaman ayırmak pekâlâ mümkündür. Okumak için elbette zaman faktöründen başka sosyoekonomik faktörlerin de olduğunu biliyoruz. Mesela, “Zamanım yok!” diyenlerden başka en çok şikâyet edilen konuların başında “Kitaplar çok pahalı!” hususu gelmektedir. İkisi de doğrudur. Fakat insanın ihtiyacı sadece beslenme/gıda ve mesken/barınmaya münhasır değildir. Aklın, kalbin, ruhun, vicdanın, diğer letâifin yani cihazat-ı maneviyenin ihtiyacını da gözetmek, görmek ve gidermek zorundayız. Ne sırf mideden ne sırf ruhtan ibaretiz.
Mesela, zamana, zemine ve mekâna hiç ihtiyaç göstermeyen öyle bir kitap var ki; bütün insanlığa hiç kesintisiz, bir ömür boyu gece-gündüz kendini okutturan, Bediüzzaman’ın tanımı ve tanıtımıyla, “Kitâb-ı Kebîr-i Kâinat” yani Büyük Kâinat Kitabı. Bu kitap; serapa gözümüze ve gönlümüze, aklımıza ve hislerimize, kulağımıza velhasıl bütün hissiyatımıza hitap ederek ne kadar büyük bir kitap olduğunu ihsas ettiriyor. Okuyanın hem kafasını hem kalbini işlettiren ve çalıştıran çok yönlü fonksiyonel bir kitaptır. Bu kitabın sayfalarından biri, bizim üzerinde yaşadığımız yeryüzü diğeri gökyüzüdür. Malum; kitabın yazılmasından maksat ve gaye de okunmasıdır.
“Ölünce unutulmak istemezseniz ya okumaya değer eser yazın ya da yazılmaya değer işler yapın.”
(Benjamin Franklin)
Hak ve hakikati terennüm eden hikmetli sözlere, hakkın hatırını gözeterek değer vermek lâzımdır. Yukarıdaki iki sözü hayatıyla ve eserleriyle teyit etmiş, hayatıyla “yazılmaya ve okunmaya değer” bir hizmete imza atmış, tarihe mal olmuş pek çok şahsiyet vardır. Mesela, Bediüzzaman, destansı hayatıyla “okumaya, yazılmaya ve örnek alınmaya değer” böyle tarihi bir şahsiyettir. Tarihçe-i Hayatı ve Risale-i Nurları dikkatlice okuyan herkes; akıl, fikir, kalp, ruh ve vicdanı cezb ve işba eden /doyuran bambaşka bir dünyanın atmosferine girdiğini daha okurken hisseder.
Okumak; sadece “bilgili” yahut “kültürlü desinler” diye olursa, Bizim Yunus’un diliyle söyleyecek olursak, “bir kuru emek” yani faydasız, semeresiz bir işten ve bilgi hamallığından öte bir anlam ifade etmez. Beşerî münasebetlerde erdem ve uyumluluk üzerine vurgu yapan etik felsefeci Konfüçyüs, erdemli olmanın aracını bilgi olarak göstererek demiş ki: “Bilgi uygulamaktır.” Öyle ya, hayatın pratiği içinde yer almamış bir bilginin sahibine de gayrıya da faydası yoktur.
“Okumaktan mani ne?
Kişi Hakk'ı bilmektir.
Çün okudun bilemedin,
Ha bir kuru emektir.”(Yunus Emre)
Bir de meseleye, “Okumak bir ihtiyaç mıdır, değil midir?” penceresinden bakmakta fayda vardır diye düşünüyorum. Cevabımız, “Okumak ihtiyaçtır.” şeklinde ise (ki, kanaatimce öyledir), bu doğal / fıtri ihtiyacı tıpkı diğer doğal ihtiyaçlarımız gibi gidermenin yollarını aramalıyız.
Gelecek Kurban Bayramınızı tebrik eder, hayırlara vesile olmasını Rabb-i Rahim’den dilerim.
**