Sosyolojik Çürüme

Raşit Duran

Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez.”

(Rad,11)

Çürümeyi; biyolojik ve sosyolojik çürüme olarak farklı iki açıdan ele alabiliriz.

Biyolojik çürüme, organik maddelerin, proteinlerin, mikroorganizmaların anaerobik bakteriler tarafından parçalandığı bir ayrışma aşamasıdır. Oksijen yokluğunda gerçekleşen bu süreç, kötü kokulu gazların ve maddelerin oluşumuna neden olur.”

(Vikipedi)

Biyolojik çürümeyi işin uzmanlarına bırakarak, biz, bugün toplumsal hayatımızın her tarafına sirayet etmiş olup hepimizi istikbalimiz adına endişeye sevk eden; şahsi, ailevi, içtimai, iktisadi, siyasi… hayatımızı olumsuz yönde etkileyen sosyolojik / toplumsal çürümeden bahsedelim. Nasıl ki, biyolojik çürümenin çaresi ve ilacı vardır, öyle de sosyal çürümenin de elbette ilacı ve çaresi olmalı ve olacaktır. Yeter ki çürümekte olduğumuzun farkına varalım. “Erken teşhis hayat kurtarır” derler.

Sosyal çürümeyi rahatça anlamamızı sağlamak için hepimizin gözü önünde cereyan eden iki güncel örnek verelim: Birisi, gıda sektöründeki taklit ve tağşişli ürünler ki, Tarım ve Orman Bakanlığı vatandaşı uyarmak amacıyla bu tür yüzlerce ürünü listeler ilan etmektedir. Diğeri, dolandırıcılık tarzındaki çürümedir. Buna dair ilginç bir örneği mesela, geçtiğimiz günlerde TV’de İstanbul’da bir semt pazarında müşterilerin seçtiği salatalıkları el çabukluğu ile değiştirip kendi seçtiklerini veren engelli pazarcı haberini hayretle izlemiştik.

İlk çağlardan günümüze Mısır, Yunan, Roma, Pers, Çin, Hint, Osmanlı… gelinceye dek büyük medeniyetlerin tarih sahnesinden çekilişleri, orduların istilasından daha ziyade, idarenin kötü oluşu, sistemin çürümüşlüğü ve o memleket halkının da mesh-i manevi sonucunda menfi/olumsuz yönde değişim ve dönüşümüyle olmuştur. Mesela, merhum tarihçimiz Halil İnalcık Hoca’nın iki ciltlik Devlet-i Aliyye isimli değerli eserinde, Osmanlı’nın çöküşe giden sürecini izah ederken, iktisadi anlamda tağşiş ve içtimai anlamda tağyir kavramlarını kullanır. Merhum münevverimiz Cemil Meriç de Sosyoloji Notları isimli eserinde, topla-tüfekle yıkılamayan altı asırlık Osmanlı Devleti’nin çöküşünü iki sebebe bağlar ve “Osmanlı’nın çöküşü ekonomik ve sosyal sebeplerdendir, İslamiyet’in bunda hiçbir rolü yoktur” der. Bediüzzaman Hazretleri’nin üç düşman olarak tavsif ettiği “cehalet, fakirlik ve ihtilaf” halinin faturasını İslâm dünyasındaki Müslümanların ahvaline bakıp İslâm’a kesenler, inanıyorum ki sadece şu iki eseri okumuş olsalardı sorunlara doğru teşhis koyacaklar ve İslâm’ı haksız yere itham etmeyeceklerdi. Sorun, Müslüman coğrafyanın üç düşman tarafından işgaline katiyen rıza göstermeyen İslâm’da değil; “Doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e layık doğruluğu iş ve icraatında izhar edemeyen /gösteremeyen”; üstelik sair milletlere kötü örnek olan bizlerdedir.

Çürüme dediğimiz olumsuz ve fena halin tezahürünü biz, toplumsal ahval ve gidişat ile bireysel eylem ve söylemlerden anlıyoruz. İnsanî ve vicdanî çürümenin neticeleri de pek tabii olarak fena işler ve kötü icraatlardır. Tıpkı, biyolojik çürümenin sonucunda oluşan kötü kokulu gazların ve maddelerin açığa çıkması gibi.

Mesela, “akıl tutulması” bir çürüme emaresi; neticesi irrasyonel/akıl dışı eylemler,

Mesela, “güç zehirlenmesi” bir çürüme alâmeti; sonucu zalimane işler, icraatlar,

Mesela, “Muharrik-i vicdan olan kutsiyetin” (Sünuhat) şahsi ve toplumsal hayatta anlamını, değerini, etkisini yitirmesiyle vicdanın körelmesi çürümenin belirtisi olup, nihayetinde sahibinin manen tefessühüne / bozulmasına sebep olur. Kanaatimce en tehlikeli olanı, vicdanî çürümenin bireysellikten çıkıp toplumsal hâle dönüşmesidir.

Bunlara benzer daha onlarca sosyolojik çürümeden bahisler açabiliriz. Mecelle’deki bir düstur şudur: “Def-i mazarrat celb-i menafiden evladır.” Yani, “zararı gidermek faydayı elde etmekten önceliklidir” prensibiyle ifade edilen önceliğimiz, şahsi ve toplumsal çürümeye mâni olmaktır.

Nasıl ki -sebepler planında- depremlere dayanıklı binalar yapmak suretiyle can ve mal kaybına karşı önlem alıyoruz, öyle de şahsi ve toplumsal çürümenin fena ve kötü sonuçlarına maruz kalmamak için akıl, irade ve vicdan… sahibi insanın doğasına konulmuş muhasebe / kendini hesaba çekme ve murakebe / kendini kontrol etme ve sürekli gözetleme gibi fıtrî ve iradî güçler de vardır. İşte bu fıtrî mekanizmaları şahsî, ailevî, içtimaî, siyasî, iktisadî, eğitim, sağlık… yani sosyal hayatın her veçhesinde görünür, yaşanır, müessir hale getirmek iktiza eder ki, çürümeye engel olalım. Sadece ekonomik, yasal, askerî, polisiye ve güvenlik kuvvetleriyle sorunları çözmekle yetinmeyip, “Ben ancak muallim olarak gönderildim.” ve “Beşikten mezara ilim tahsil ediniz” Nebevî (as) beyanların ışığında ve Yunus’un “İlim kendin bilmektir” hikmetli sözünde anlamını bulan, insana hakiki “insanlığını bildiren ve öğreten” eğitim modelini ve müfredatını gözden geçirelim. Sadece “öğreten” değil, eş zamanlı olarak “eğiten” bir maarif…

Son söz: Terakkinin / ilerleme ve yükselmenin kaynağı din ve fen ilimleri birlikteliği, tedenninin / gerilemenin sebebi de taassup ve cehalettir.

Elbette nev-i beşer âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir, bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise ilmin eline geçecektir.”

(20. Söz)

**

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.