Şirazlının Çiçek Bahçesinden I

Raşit Duran

Çocukluğumuzdan bu yana hâlâ beğeni ile dinlenen, eski, fakat eskimeyen bir Anadolu ezgisinde halk ozanı şöyle diyor:

“Seyyah olup şu âlemi gezerim/ Bir dost bulamadım, gün akşam oldu.”

Bir dost bulmak için âlemi gezmeye değer mi? Evet, değer. Zira “Kişi, dostunun dini üzeredir.” (Hadis) Dost ve dostluk bu kadar önemlidir. Hele bugünlerde. Halk ozanı bir dost uğruna âlemi gezer de Şirazlı Sadi durur mu? O da hak ve hakikat aşkına seyyah olup şu âlemi elbette boşuna gezmedi. Bal veren arı gibi çiçekten çiçeğe kanat çırptı, kondu; halkla hemhal oldu söyledi, dinledi. Heybesini ve dağarcığını güzel çiçeklerle tıka basa doldurdu; sonra döndü, heybesini bizim için boşalttı, Bostan’ı kaleme aldı, kelama döktü. Kalem ile kelam. İki sırdaştır. Gönül, sırlarını kaleme söyler, o da kelimelerle kelama döker. Kalem, kelamın sessiz hali; kelam, kalemin dile gelişi, insana seslenişidir. Kalem “yaz ve oku” derken, kelam “dinle ve söyle!” der. Fakat muteber olan, iki dinleyip bir söylemekmiş.

Şirazlı, yaşanmış hayatları hikâyeler halinde inci mercan misali sözcüklerle boncuk boncuk kitabının satır aralarında peş peşe dizmiş, yazmış, söylemiş sadırlara girsin diye. Bostan, Sadi’nin bize inci mercan misali hediyeleridir. Bir hazine sandığı. İçinde neler yok ki. En başta adalet, sonra cömertlik, aşk, şefkat, merhamet, yiğitlik, tevazu, alçakgönüllülük, emanet, israf, kanaat, memnuniyet, rıza, terbiye, şükür, iyiliğe teşekkür, tövbe, dua… Satır aralarında, bizim olduğu halde unuttuğumuz, terk ettiğimiz veya başkalarına kaptırmış olduğumuz daha pek çok yitik değerlerimiz vardır. “Hikmet müminin yitiğidir, onu bulduğu yerde alır.” (Hadis) Hikmet; insanın, varlığın hakikatlarını bilme, anlama çabasıdır.

Bostan deyince aklımıza, doğal olarak kavun karpuzla birlikte bunları yetiştiği tarla gelir. Ama o değil. Tıpkı Gülistan gibi Bostan da güzel kokulu, canlı çiçeklerin yetiştiği, bulunduğu bahçedir. Çiçek Bahçesi. Bu anlamda Gülistan bir bostan, Bostan da bir Gülistan’dır. Yapışık ikizler gibi. Zaten şu dünya da ekilen biçilen tarla değil midir? Burada ekilir ötede biçilir.

Dünya handır han içinde, yaşar o ruh can içinde. Fakat hân-ı yağma, talan edilecek bir han değildir. Kâinatın iki yüzü: Mülk ve melekuttur. Mülk görünen yüzü, melekut görünmeyen. Biz, onun, mülk yüzüne hikmet diyarı, sebepler dünyası; melekut yüzüne kudret diyarı, harikalar yurdu diyoruz. İnsanlar, dünya denen mülk tarafında, onun şartları altında yaşıyor. Yolculuk da bu iki taraf arasında cereyan ediyor. Yolcuya yapılan dua şudur: “Hayırlı yolculuklar!” Her iki mülkte de Sultan-ı Kâinat birdir.

Seyyah olup “Ufuklara varlıksız açıl ve marifetlerle dolduktan sonra dön.” parolasıyla, Acem ile Rum diyarlarını gezen Şirazlı, oraların çiçeklerinden devşirdiği güzellikleri, bal peteğine dönüştürmüş, bizim için Bostan’a boşaltmış. Bilgiyi irfanla, irfanı hikmet ile harmanlamıştır.

Biz insanlar konuşa konuşa… Kimi zaman aynı dili konuşmak anlaşmak için yeterli olmuyor. Duygudaşlık da lazım. İki bak, iki dinle, bir konuş diyor bedenimiz kendine özgü lisanıyla. “Kişi dilinin altında gizlidir.” (C. Rumi)

Akıl ve irade sahibi insan isterse, yaşadığı yüzyılı saadet asrı da yapabilir felaket çağı da.

**

İnsan da ölümlüdür. Lakin insan, ebed / sonsuzluk için yaratılmıştır. Onun için onu, dünya ve dünyalık tatmin etmez. Hep “daha yok mu?” kuşağında yaşar. Hem âciz insan, Mısır’a aziz olsa ne yazar! İnsanı aldatan vehim, kuruntu: dünyada ebedi kalacak zannıdır.

Bir Bilge bir sultana “Saltanatın zeval görmesin!” diye dua edince, bir başka Bilge de “Tuhaf şey. Bilge insan, olmayacak şey ister mi? Dünden bugüne hangi sultanın saltanatı zeval bulmadı ki?” dedi. Herkes kendi dünyasının sultanı bile olsa, o da zevale mahkûmdur. Fakat yine de insan olmanın sultanlığını bilmek, sultan gibi yaşamak, ötelere sultan gibi göçmeli ki, saltanat zeval bulmasın.

**

Kader kalemi, kaza kalemi. Biri yazar diğeri infaz eder. Bir de atâ kalemi vardır ki, bağışlar, affeder. Maharet, o kalemleri aleyhte hüküm yazmaya zorlamamaktır. Harun olmak da Karun olmak da insanın elinde. Elmas da olabilir kömür de kalabilir.

“Allâh’a güven, sa'ye sarıl, hikmete râm ol/Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.” (M. Âkif)

Elest bezminden yola çıkan insanın, iyi gün dostları, yoldaşları gibi kötü gün dostları da vardır. Kılavuz kaptan önemlidir. Kargadan ne kılavuz olur ne kılavuz kaptan. İnsanın dünya yolculuğunda yoldaşları vardır. Kimi menzilin sonuna kadar eşlik eder kimi yarı yolda bırakır insanı. Adı Halil olanı değil, sözüyle özüyle halil yani dost olanı arkadaş, yoldaş edinmek gerektir.

Öğüt, kulak verilirse; kitap, okunursa değer kazanır. Yoksa öğüt, boş söz, kitap, kuru yük olur insana. Gül dikensiz olmaz ama “Diken ektinse gül biçemezsin.” der Sadi.

Üç günlük dünya, gönül çelen ve çalan olanca cazibedar güzelliğine rağmen, inançlı bir insanın itikadınca -ahirete nispetle-, hapishane ya da zindandan farkı yoktur. Bu bilinçle yaşar, dünyaya bel bağlamaz, dünyalığı kalbine koymaz. Ya elinde ya cebindedir. Alır, verir. Çok veren maldan, az veren candan imiş. “Veren el” ise daha üstün, daha değerlidir. İnsana yakışan da insanı değerli kılan da bu olsa gerektir. Paylaşanlar, veren el olmayı hayat düsturu edinen insanlardır. Hassas, duyarlı, ince ruhlu insanlar, veren el olmaya daha yatkındır.

**

Tarih, hikâye, öykü, roman, şiir, deneme her ne tür kitap okursanız okuyun orada çok defa adaletten söz edildiğine şahit olursunuz. Çünkü o, aileden devlete her şeyin temelidir. Temelsiz ne duvar örülür ne bina inşa edilir. Hakkaniyet onunla tecelli eder, yerini bulur. Adalet varsa, güçsüz de olsa haklıysa güçlüdür. Yoksa güçlü olan haklıdır. Zorbalık düzeninin parolası şudur: Haklıyım, çünkü güçlüyüm! Ya da güçlüyüm o halde haklıyım!

Zulüm: Düzeni ve dengeyi zir ü zeber eden bir vahşiliktir. “Nizam, muvazeneye tabidir.” (Bediüzzaman) Fakat zalimlerin hepsi de zamana yenik düşmüş, ölüme mağlup olmuşlardır. Oysa “Devlet benim!” diyecek kadar güçlü olduklarını sanmışlardır. Hiç değişmeyen gerçek: güçlü olanlar, haklı olanlardır. Yine adalet yeniden adalet ve hep adalet.

Bostan’da geçen bir zulüm hikâyesi anlatılır:

Ülkenin birinde korku imparatorluğu kurmuş zorba bir yönetici, halkın gündüzünü geceye dönüştürmüştür. Halk dua dua Yaradan’a yalvarmaktadır. Topluca kanaat önderi bir Bilgeye giderler. Korkularını, kaygılarını, kuşkularını dile getirirler. Bilge kişi sabırla ve dikkatlice onları dinler. Dert büyük dermanı zordur. Bilge halka, “Tanrı’yı bilmeyen ve tanımayanın yanında O’ndan söz etmek bana acı gelir. Haktan ayrılmış insana haktan söz etmek hakka karşı saygısızlık olur. Tohum çorak yerde heder olur, yabana gider. Söz ona tesir etmez, sizi düşman bilir, kendisi incinir, sizi de incitir” der. Yine de zalim yöneticiye gidip tatlı sözlerle aklına, kalbine, vicdanına hitap eder, öğütler verir.

O bilgenin öğütleri sonuç verdi mi vermedi mi, bilmiyoruz. Din öğüttür, diyorlar ya. Barış için çaba harcamak savaşmaktan daha hayırlıdır.

**

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.