Şefkat Tokadı: Dereceden Derekeye Düşmek

Raşit Duran

Bu yazıda, “Şefkat Tokadı” kavramını toplumsal hayat tablosu üzerinden okumak ve sizinle paylaşmak istiyorum. Bediüzzaman Hazretlerinin telif ettiği Lem’alar isimli eserinin 10. Lem’a yani, Şefkat Tokatları Risalesi’ni, ‘beşeriyet muktezası hataların neticesinde yedikleri şefkat tokatlarını’ bir başka perspektiften; hayat-ı içtiamiyede / toplumsal hayatta yaşadığımız siyasi, iktisadi ve içtimai anlamdaki musibetleri; gafletimizi dağıtan, aklımızı başımıza getiren “şefkat tokadı” açısından ve penceresinden değerlendirirsek; meseleyi çözmekte bir suhulet ve kolaylık bulabileceğimizi düşünüyorum. Ölümden gayrı her derdin devası vardır, derler. “Öyleyse, ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.” (20. Söz)

Birkaç asır önce her anlamda zirveleri zorlarken bugün, sadece biz değil, bizim coğrafyamızın tümünün dereceden derekeye bir düşüş yaşadığını hicap duyarak, “hakkın hatırı âlidir” düsturuna riayetle söylemek zorundayım. Geçen hafta, ulusal basından bir gazetenin, “Eğitimden Hukuka Her Alanda Küme Düştü: Utançta Zirve” (Birgün, 25.06.2025) başlığıyla verdiği haberde; barınmadan ve beslenmeye, eğitimden sağlığa, demokrasi ve adaletten yoksulluk ve mutluluğa pek çok konuda uluslararası Gelişmişlik Endeksine göre dünya sıralamasının çok gerisinde olduğumuzu okuyunca, ben de memleketim adına utanç duydum. Bir başka haber de: “Avrupa İstatistik Ofisi, (Eurostat) 2024 yılına ilişkin Gelir ve Hayat Şartları İstatistiklerini yayımladı. Verilere göre Türkiye, yüzde 22,6’lık oranla Avrupa’da yoksulluk riski en yüksek ülke konumuna yükseldi.” (Basın) Evet, iradi yani bilerek ve isteyerek yaptığımız hata ve yanlışların, eğer telafi edilmezse, bir müddet sonra karşımıza içtimai ve iktisadi fenalıklar ve kötülükler şeklinde heyula gibi dikileceklerini, şahsi ve toplumsal hayatımızı tehdit edeceğinin idraki içinde olmalıyız. Deve kuşu misali kafamızı kuma sokup gerçeklerden kaçamayız. Gündüz vakti gözümüzü kapatarak sadece kendimize gece yaptığımızı, alemin ise aydınlık içinde olduğunu bilmeliyiz. Hakperest olanlar, hak ve hakikate ne sırtını dönebilir ne gözünü kapatabilir.

Sen kendi derdine yanmazsan senin derdine kim yanar? Serkeşlik etme de bir an önce işe koyul, üzerine düşenleri derhal yapmaya giriş.”

(Feridüddin Attar)

Bediüzzaman Hazretlerinin bir asır evvel uyardığı ve “üç düşman” dediği; milleti istila eden ve bizi kötü durumlara karşı korumasız hale getiren cehalet, sefalet ve ihtilafların milleti daha muhtaç duruma düşürmeden, içtimai hayatın her alanına şamil acil çözümler bulmak ve uygulamaya koymak mecburiyetindeyiz. Bunu, uluslararası endekslerin üst sıralarına çıkmak için değil, kendi insanımız ve kendi milletimiz fazlasıyla hak ettiği için yapmalıyız. Bunun için yerüstü ve yeraltı kaynaklarımız da fazlasıyla mevcuttur. Bahane aramaya, mazeret üretmeye gerek de sebep de yoktur. “Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde cez’a iltica etmemek gerektir.” (Mektubat) Şu iki gazete haberi aslında sadece ülkemizi değil, coğrafyamızdaki diğer ülkeleri müstevlilerin istilasına açık hale getiren, onların iştahını kabartan üç düşman (cehalet, sefalet, tefrika) ve tabii bunlara ilaveten yine Bediüzzaman’ın bir asır önce haber verdiği altı hastalık da sayılabilir ki; bizi, içtimai ve iktisadi yönden harice el açar “himmete muhtaç dede” haline getirmiştir. Binlerce yıllık tarihi ve köklü geçmişi olan bir devlet ve millet için bu haller; bir zûldür ve tezellüldür.

Sovyetlerin dağılmasıyla tek kutuplu hale gelen şimdiki dünya düzeninde, ABD başkanı olan muvazenesiz bir adamın söylemleri ve eylemleriyle, ona perde arkasından zımmi destek veren yandaş emperyalist güçlerin ittifakıyla, bölgede bir çıbanbaşı olan hem fundamentalist hem Siyonist hem terör devleti İsrail, hiçbir insanî kaygı taşımadan, “sözde gerekçelerle” kendini “demokrat” ve “medenî” zanneden ülkelerin (halklarını tenzih ederek) sessiz desteğiyle 21.yy’da bile bombalar atmakta, insanları topluca öldürmektedir. Fakat acı olan gerçek şu ki, tarihsel bağları ve inançlarıyla onlarca “bir ve birbirleri” olan ülkelerin böyle bir vahşi katliam karşısında bile hâlâ ittihat ve ittifakı temin edememiş olmalarıdır. İttihat ve ittifak şimdi değilse ne zaman?

Yazımızı, Bediüzzaman Hazretlerinin, “Sultan Selim’e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâm’daki fikrini kabul ettim.” dediği, Sultan Selim’in, çok mustarip olduğu ihtilaf konusunu dile getiren sözleriyle bitirelim:

İhtilâf u tefrika endişesi
Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.
İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz,
İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni.

**

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.