Önce Teşhis Sonra Tedavi

Raşit Duran

“Marazımızı teşrih edelim, ona göre deva arayalım.”
(Makalât)

Maddi ve manevi hastalıkta olduğu gibi toplumsal hayatımızdaki sosyoekonomik sorunların halli için önce hastalığımızı bilmek zorundayız. Ki çareler arayalım. İlcaat-ı zaman denilen zamanın gereklilikleri, öncelikleri vardır. Her insan yaşadığı zamanın veya çağın yahut vaktin çocuğudur. Bu zamanda iki şey hem önemli hem pahalıdır: Ekmek ve hürriyet. Ekmeği, salt somun ekmeği gibi algılamamak gerektir. Birincisi lazım, ikincisi elzemdir; birincisi maddi hayatın, ikincisi hem maddi hem de manevi hayatın idamesi için lâzımdır. Tercih konusunda Bediüzzaman, bize yol gösteriyor: “Ben ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam.” Bu ifadeyi ekmeğin reddi manasında anlamak yanlış olur. Bilakis, tercihte önceliği belirten haklı, hakikatli ve isabetli bir tespittir. Bu beyan, insanlık var oldukça geçerliliğini koruyacak beyanlardan birisidir. Zira şu söz; biri ekmekle iktisadi, diğeri hürriyetle içtimai sisteme dikkat çeken çok önemli bir ifadedir. İslâm dünyasıyla aynı kaderi yaşayan gelişmemiş ülkelerin içtimai / sosyal ve iktisadi / ekonomik manzarasına bakınca, sözün haklılığı gün gibi ortadadır. Ve şems-i İslamiyet’e/İslâmiyet güneşine leke süren bu kötü manzara dolayısıyla Bediüzzaman, “haşa, din-i İslâm müsaid-i istibdat (diktatörlüğe müsait) ve atalet olduğuna dair bazıları için bir zann-ı batıl (asılsız düşünce) hasıl olmuştur.” demektedir. (Makalât)

Bediüzzaman 1911 yılında, içinde binlerce insan bulunduğu Şam’daki Emevî Camiinde verdiği içtimaî derste, başkalarının terakkide/gelişmede geleceğe uçarken, biz Müslümanları, Avrupa’nın vahşi Orta Çağ karanlığına hapseden ve birbiriyle ilişkili altı hastalıktan bahseder. Bunlar:

1. Ümitsizlik,

2. Sosyal hayatın katmanlarında doğruluğun ölmesi,

3. Adavete muhabbet,

4. Nurani bağları bilmemek,

5. Her yere yayılmış istibdat/diktacı yönetimler,

6. Şahsi çıkar için çabalamak.

Bediüzzaman’ın yerinde ifadesiyle, “Âlem-i İslâmiyet, medine-i fazıla-i Eflatuniye olmaya sezadır.” (Divan-ı Harbi Örfi) Yani İslam dünyası, Eflatun’un hayal ettiği en erdemli ve en faziletli bir dünya / şehir olmak gerekirken; bugün, dünyanın öteki gelişmemiş ülkelerinde olduğu gibi İslâm dünyasını istila etmiş olan ve bulaşıcı hastalığa benzetilen istibdat / diktacı yönetimler; insanların ekmeğine göz dikip iktisadi köleler, hürriyetine göz dikip sosyal köleler haline getirmiştir. İstibdat hem akla hem hayata düşmanlık ettiğinden, onun olduğu yerde maddi manevi gelişme olmaz. İstibdat / diktacı sistemlerin yadigarı olan neme lâzımcılık, insanların şevkini kırıp, tembelliği ve gayretsizliği netice vermesiyle, maddi-manevi anlamda sosyoekonomik hayata ciddi zararı dokumaktadır. Diktatörlükle yönetilen ülkelerin bugünkü muhtaç hali buna delildir. Muhitin / sosyoekonomik çevrenin insan üzerindeki etkisi herkesçe bilinen bir gerçektir.

“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı meşveret-i şer’iyedir.” “En büyük kıta olan Asya’nın geri kalmasını bir sebebi, o şûra-i hakikiyeyi yapmamasıdır.” “İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder:

1-Tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek,

2-Zalimlere tezellül etmemek.”

“Evet, hürriyet-i şer’iye Cenab-ı Hakkın Rahman, Rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.”

(Hutbe-i Şamiye)

Gerçekler böyle iken, “mehasin-i medeniyete (medeniyetin iyilik ve güzellikleri) emirle beraber, medeniyeti inkıraza (sönüp yok olmasına) sevk eden ve ihtiyarlatmakta olan sefahat (zevk ü sefaya düşkünlük) ve israfat ve maişetteki (geçimdeki) müthiş müsavatsızlıktan nehyeden (yasaklayan)” (Makalât) İslâm’ı; geri kalmışlığın sebebi göstermek ve ona muhalif bir tavır takınmak, halkı ondan soğutarak zaaf-ı diyanete (dindarlıkta zayıflığa) sebep olmak aklı selimin, kalbi selimin ve vicdanın kabul edeceği bir şey değildir.

Dine muhalefet gibi abesle iştigal yahut kışırla/kabukla uğraşmak yerine; insanların cehalet, sefalet ve ihtilafının sonucunda dejenere olan ahlak ve bunun neticesinde bozulan sosyal ve ekonomik dengelerle oluşan kötülük ve fenalıkların giderilmesi için öze, esasa odaklansak sosyoekonomik anlamda çok daha hayırlı bir iş yapmış oluruz.

İster ekonomik ister sosyal olsun, “Nizam (düzen, sistem), muvazeneye (ölçü ve denge, uyum ve uyumluluk) tabidir.” (İ. İcaz) Muvazene bozulunca ne nizam kalır ne intizam.

**

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.