Muhabbet Olsun III

Raşit Duran

“Kalbe giden yol mideden geçer.” deseler de sevgi ve muhabbetin, huzur ve mutluluğun bir başka yolu da insanın kendisini tanımasından geçiyor.

Bütün insanları meşgul eden üç mühim soru: “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun.” Zannederim bu suallere bulunacak ya da verilecek cevap, saadet-i ebediye denilen sonsuz huzur ve mutluluğun da cevabı ve anahtarı olacaktır.

Mutluluk: Maddiyat ile maneviyatın iç içe geçişi, huzurun yapı taşlarıdır. Mutluluk bir eve benzerse, huzur, onun giriş kapısıdır. Mutlu yuvalara, huzurun cümle kapısından girilir. Huzurda bulunmak deyimi, büyük insanların, insana mutluluk ve huzur veren ortamında, ikliminde bulunmaktır.

Huzur: Mutluluğun yakalanış anı, kalbin sevinç zamanı, gönlün bayram vaktidir. Bayram da zaten sevinç, huzur ve mutluluk günleridir.

Sevmek ve sevilmek: İç dünyamızın hissediş ve duyuşu, gözlerin gülüşü, kalplerin heyecanla pırpır edişidir. Huzur ve mutluluğa giden sevgi yolunun küçük ama ilk ve önemli adımıdır.

Sadece erdemli / faziletli bir hayat huzur ve mutluluk getirir mi?

Mesela, Antik Yunan’da Kinik felsefesinin takipçisi olan sofistler, mutluluğa ancak doğal, basit ve sade ama erdemli bir hayat yaşamak suretiyle ulaşacaklarına inanmış; mutlulukla erdemi eş anlamlı görmüşlerdir. Kinizm; “Gölge etme başka ihsan istemez” felsefesinin yaşantıda tecessüm etmiş halidir. Bu da bir başka hayat tarzı ve hayat felsefesidir.

Kiniklerin temel etik ilkesi erdemdir, fazilettir. İnsanın özgür ve bağımsız olarak hayatını sürdürmesidir. Lüzumsuz ihtiyaçların bağımlılığından kurtulmasıdır. Böyle bir erdem anlayışı da bilgi ile temellendirilir. İnsan ancak bilgilenme aracılığıyla kendisini kuşatmış olan ihtiyaçlardan sıyrılabilir. Kinikler açısından bilgi ve ahlaki ilkeler, soyut bir bilme meselesi değil; hayatın somut olarak yaşanması gereken şeylerdir. Kinik filozoflar, bütün bu yaklaşımlarına uygun bir kişilik örneği olarak Sokrat’ı işaret ederler. Kinizme göre insan, kendi kendisine yetmeli ki erdemli bir kişi olabilsin. Bediüzzaman’da bunun karşılığı “imanlı fazilet” ve “insanlardan istiğna” düsturuna benzer önemli düsturlardır. Kimsenin minneti altına girmemek.

Hep sevgi ve muhabbet, huzur ve mutluluk dedik ama “Karın doyurmuyor!” diye itiraz ettikten sonra soranlar da vardır: “Sevgi karın doyurur mu?” Zor bir soru. Evet diyen de çok, hayır diyen de. Bir de “Fikrim yok!” diyen, fikir akımının rüzgârına kapılmış agnostikler de vardır. Bu hamur çok su götürür. Hele bu hamur, muhabbet hamuru olunca.

Kalbe giden yolun mideden geçtiği rivayet edilse de “Sevgi karın doyurmuyor.” diyen zamane feylesoflarına(!) biz de Nasreddin Hoca gibi “Sen de haklısın!” diyoruz.

Şehirden şehre giden birkaç şeritli otoyollar, köprüler yapıp, gönülden gönüle giden yollar, gönülleri birbirine bağlayan köprüler inşa edemeyen, açların halinden anlamayan, “karnı tok sırtı pekler” memleketinde elbette sevgi, karın doyurmaz. Öyle ya midenin ihtiyacı kuru bir sevgi değil ki. Mide ekmek ister aş ister. Aşkı ne yapsın? Sevgi ile muhabbet, kalbin ve gönlün gıdasıdır. Gıdasız kalan organı düşünün artık. Oksijensiz kalan beyin gibi. Sevgi, fıtrat denen doğamızda vardır. Huzur ve mutluluk için tek başına maddiyat tek başına maneviyat yetmiyor.

Muhabbetin dozu ve ölçüsü de önemlidir. Yaşamak için yememiz şart, ama yemek için yaşamak şart değildir. İnsan, yalnızca mideden ibaret bir varlık değil ki bütün himmet ve gayretini midesine versin.

“Yoksulluk kapıdan girince, aşk pencereden kaçar.” demiş, İrlandalı öykücü Oscar Wilde. Gerçekten öyle midir? Kafa yormaya değer. Maddiyatı olup huzuru olmayan insanlar olduğu gibi huzur ve mutluluğu olup maddiyatı olmayan insanlar da çoktur. Bir de mutlu görünen mutsuzlar ya da mutluluk numarası yapan Polyannacılık oynayanlar vardır. “Söyleme bilmesinler bu aşkın bittiğini.” der gibi.

Bazen zıtlar, zor olsa da bir arada iç içe görünebilirler. Mucizevi bir örnek verelim: mesela, âb-ı hayatımız olan su; yanıcı hidrojen ile yakıcı oksijenin izdivacıdır. Yoksa, hidrojen ile oksijenin aşkı, muhabbeti mi demeliyiz?

Yanan ateşi söndüren su ise ne yanar ne yakar. Ne kadar ilginç! Bize ders verir gibi.

**

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.