Muhabbete dair en özlü sözlerden biri şu olsa gerek: “Muhabbet şu kâinatın bir sebebi vücududur.” (Bediüzzaman) Yani evrenin; yokluğun karanlığından varlığın aydınlık dünyasına çıkış sebebinin muhabbet olduğu ifade ediliyor. Kâinat ile muhabbeti birbiriyle ilişkili ve ilintili kılan bu özlü söz; ikilinin hem sarmaş dolaş hem sevginin evrensel bir dil oluşunu ve ne kadar kıymettar olduğunu anlatıyor.
Demek, kâinat denilen saray, temelinde muhabbet harcı bulunan muhteşem/ihtişamlı, müzeyyen/süslü, münakkaş/nakışlı ilahi bir yapıdır. Bizler de bu muhteşem sarayın aziz ve nazlı misafiri olan insanlarız. Toplumsal yapımızın temelinde muhabbet harcının bulunsa, kim bilir bizi mutlu ve huzurlu kılacak ne güzellikler tecessüm edecektir.
Düşünüyorum da muhabbet / sevgi kadar adından söz edilmiş, türküler yakılmış, şarkılar bestelenmiş, kitaplar ve romanlar yazılmış bir başka sözcük var mıdır? Sanırım yoktur. Sevgiye dair daha binlerce kitap yazılsa, şarkılar söylense, türküler yakılsa yine azdır. Muhabbete layık olan yine muhabbettir, sevgidir. Keza adavete yani düşmanlığa layık olan da adavettir.
Hepimizin ezbere bildiği pek çok atasözü, deyim vardır. Onlardan birisi de budur:
“Gönül ne kahve ister ne kahvehane,
Gönül muhabbet ister, kahve bahane.” veya “Gönül bir dost arar, kahve bahane.”
Hoş eskiden, muhabbetin vazgeçilmesi acı kahve idi. Acı olsa da kırk yıl hatırı vardı. Şimdi çay, kahvenin saltanatını elinden aldı ve onun tahtına kuruldu. Bu sebepten olsa gerek, hatırın da ömrü kısaldı.
Türk Sanat Müziği’nin rast makamında sevilen klasik bir şarkısının sözleri şöyledir:
“Sevmekten kim usanır, tadına doyum olmaz.”
Usanç vermeyen mutluluk gibi tadına doyulmayan muhabbet ve sevginin kaynağını bilmek, nerede bulunduğunu araştırmak; kalpte midir kafada mıdır, nasıl elde edilir, nereden temin edilir, alınır satılır bir şey midir, insanı mutlu ve huzurlu kılan şey nedir; kimi, nasıl ve neden severiz? Sevgiye dair yüzlerce soru sorulabilir. Cevabı da kişiden kişiye değişir. Kimileri, “Ya çıkarsa?” deyip bir bilet alıp, ömür boyu sürecek mutluluk hayalleri kurarken, kimileri “azıcık aşım kaygısız başım.” der. Kimisi de “bu da geçer Yâ Hû!” veya “sağlık olsun!” deyip geçip gider. Kimilerini az şey mutlu ederken kimileri çokta da mutlu olmaz, dünyayı versen doymaz, “daha yok mu?” der. İnsan, doyumsuz bir varlıktır. Sonsuzluk Yurdu için yaratılmıştır. Emel, istek ve arzularını ancak sonsuzluk tatmin ve teskin eder. Ölesiye sevmek ve sevilmek, mutlu ve huzurlu olmak ister. Fakat bunlar, bu muvakkat dünyada mümkün değildir.
Sevgi ve muhabbetle özdeş hale gelmiş insanlar vardır. Sevgi onlar, onlar da sevgi demektir. Mesela, Kays’ı Mecnun eden, önce dillere sonra çöllere düşüren de Leylâ’sının sevgisi ve muhabbetidir. Önce Leylâ diyen Kays’ın bu muhabbeti, sonra hakiki yüze yani Mevlâ’ya dönmüş.
Derdi ve davası sevgi olan Yunus Emre de bunlardan birisidir:
“Ben gelmedim dava için,
Benim işim sevi için,
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmağa geldim.”
Bediüzzaman’ın özlü bir sözü de şöyledir: “İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler.”
Hayat felsefesi; hayata verilen anlam ve hayata bakış penceresi olup, kişiden kişiye değişir. Mesela, kimisi tüm kuş türlerini nazara alırken, kimisi de “kargadan başka kuş tanımam!” der. İnsan sayısınca hayata bakış pencereleri vardır. Her insan, nevi şahsına münhasır, kendine özel, bambaşka bir âlemdir. Her insanın kendine has, hususi bir dünyası vardır.
“Güzel gören güzel düşünür.” diyen Bediüzzaman, peşinden de “Güzel düşünen hayatından lezzet alır.” demiştir. Her şeyde, her yerde güzeli görmek ve güzeli düşünmek, muhabbet, mutluluk ve huzur vesilesidir.
Bakmak ve görmek, niyet ve nazar; kalp ve kafa ittifakı ve izdivacıdır. Semeresi ve meyvesi; muhabbet ve mutluluk, huzur ve barış olsa gerektir. “Çünkü insan, çevresini algılarken seçicidir; yalnızca seçtiklerini görür, diğerleri algı alanının dışında kalır.” İlgimiz ve algımız; sevip beğendiklerimizle alakalıdır.
İnsan, münzevi bir hayat yaşayacak şekilde dizayn edilmemiştir. Hem sosyal ve toplumsal hem de doğal ve ekolojik çevresiyle birlikte yaşamak zorundadır. Buna rağmen insan, halk içinde ve kendi iç dünyasında bazen yalnızdır.
Sevginin kendine has/özgü dili, lisanı vardır. Bazen sözlü ve sesli olur bazen de sözsüz ve sessizdir. Lisan-ı halimizle; gülen yüzlerimiz, ışıldayan gözlerimiz, tokalaşan ellerimiz… Sözsüz ve sessiz muhabbet ifadelerimizdir.
Muhabbetten söz etmişken, Bediüzzaman’ın şu ikazını da unutmamalıyız: “Bazen bir şeye şiddetli muhabbet o şeyin inkarına sebep olur.” (Mesnevi-i Nuriye) Mesele, sevgi ve muhabbet de olsa dozunu kaçırmamak gerekir.
**