Yanlış anlaşılmamak için, en son diyeceğimizi hemen şimdi söyleyelim. Hakikatte, İlahî kaynaktan gelen kutsiyet güç kaybetmez. Görünüşte gücünü kaybettiğini zannederiz, fakat onun bu zahiri gücünü kaybettiren, kutsiyeti, dahilde menfi/olumsuz biçimde ve olur olmaz yerde kullanarak onun hem kutsiyetine halel getiren hem tesirinin azalmasına sebep olan yine kutsiyete inanan insanlardır. Kutsiyeti sözde ve fiilde lâyıkı veçhile temsilde ciddi kusurlarımız vardır. Bu kusurun faturası da maalesef kutsiyetimize kesilmektedir.
Kutsallık ya da kutsiyet; vicdanları harekete geçiren, insanların manen çok değer verdiği, üzerine titrediği değerler manzumesidir. O kadar ki bu değerler, kanunun bile engel olamayacağı bir eyleme/fiile, “fıtrat-ı zişuur” denilen vicdanı tahrik ederek mâni olmakta, bir fenalığın yahut kötülüğün önüne geçmektedir. Bugün şiddetle ihtiyaç duyduğumuz acilen bir toplumsal “vicdan kültürü” oluşturmak için kolları sıvamak mecburiyetimiz vardır. Bu kültürün temin ve tesisi için çok fazla kaynağa da sahibiz. Mesela, Risale-i Nurlar tek başına bu asrın ihtiyaçlarına cevap verecek en etkili bir eser olarak İslâm dünyasının Kur’an’a ve Nebiye (as) yönelmesini, onları dinlemesini, onlardan ders almasını temin edecektir.
Bediüzzaman, kutsiyeti, “muharrik-i vicdan” olarak ifade ettiği Sünuhat isimli eski dönem eseriyle Müslümanın dikkatini Kur’an’a çekmiş, vicdanı harekete geçiren kutsiyeti temin ederek uyanmaları, inanç zafiyetinden ve lakaytlıktan kurtulmaları yönünde izahlarda bulunmuştur. Keza merhum mütefekkirimiz Cemil Meriç de “İnsanın insanlaşması, kutsala inanması ile başlar.” demiştir. Bu sözün mefhum-u muhalifi şu olsa gerektir: İnsanın insanlıktan çıkması, kutsalı inkâr ile başlar. Kutsiyetin veya kutsalın ikinci veya üçüncü dereceye bırakılması yahut kutsalın, olmayanla değiştirilmesi sebebiyle bugün, bireysel ve toplumsal anlamda psikolojik, iktisadî ve sosyal sorunlar yaşamaktayız. Meseleyi sırf paraya indirgeyip sorunlara sadece iktisat penceresinden yaklaşmak çözüm için yeterli değildir. Lâzım olan madde ve menfaatle birlikte meseleye kutsiyetin penceresinden de bakmak zorundayız. Zira, artık vicdanın -hatta yasaların- bile engel olamadığı, insanı insanlığından utandıracak vahşet ve dehşet, zulüm ve cinayet halleri, hak ve hukuk gaspları yaşanmakta ve insana, “Bu kadarı da olmaz! Bu ne vicdansızlıktır!” dedirtmektedir. Evet, bugün insanın kanını donduran vicdansızlık halleri bir şeyin yokluğuna işaret etmektedir. Yok olan o şey de vicdan üzerinde müessir olan kutsiyetin güç kaybıdır. İstiklâl Marşı şairimiz bunu ifade sadedinde şöyle demiş;
“Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdan'ın,
Ne irfanın kalır tesiri katiyen ne vicdanın.”
Bediüzzaman’ın “imanlı fazilet” dediği erdem meselesi; ilmin, irfanın, vicdanın ve ahlâkın bir araya geldiği en üst seviyede bir hissiyat olarak, temelinde hem Allah (cc) korkusu hem Yunus Emre’nin, “Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü.” sözünde ifadesini bulan Allah (cc) sevgisi vardır. Kutsiyet, gücünü bu İlahi sevgiden ve korkudan almakla vicdanlara hükmederek harekete geçirir. Şayet kutsiyet vicdanları harekete geçiremiyorsa, insanlar ya kutsalını tahrif etmiş veya değiştirmiş yahut kutsala sırtını dönmüş veya ondan yüz çevirmiş ya da vicdanları körelmiş demektir. Tarihte pek çok büyük medeniyet top-tüfekle değil, vicdanların tefessüh etmesi yani çürümesiyle yıkılmıştır.
Dinlerin, ideolojik akımların ve felsefî öğretilerin kutsalları vardır.
Mesela, Kapitalizmin kutsalı, madde ve menfaattir.
Mesela, Makyavelizmin kutsalı, hedef için her şeyi mübah görmek ve yalandır.
Mesela, Rasyonalizmin kutsalı, akıldır.
Mesela, Sosyalizmin kutsalı, devlettir.
Mesela, Despotizmin kutsalı, âciz bir beşer olan tirandır.
Mesela, Hinduizmin kutsalı, bakardır, inektir. Hakeza… Bu örnekleri onlara, yüzlere çıkarabiliriz.
Bizim kutsallarımıza gelince; onları tayin ve tespit eden beşerî akıl değil, Allah’ın (cc) Kelâm sıfatından gelen ve Müminin kutsal kitabı olan Kur’an’dır. Biz de Kur’an’ın kutsiyetini ve marziyat-ı İlahiyi yani Allah rızasını anlayabilmek için Risale-i Nurları okuyoruz. Nurlar birer vesiledir. Bediüzzaman, “Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Madem neticesi rıza-yı İlâhîdir ve mayası ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür.” (27. Lema) der. Kutsiyetimizin kaynağı Kur’an’dır, gücünü ondan alır. Dolasıyla toplumsal hayatın her veçhesindeki -maddi-manevi- sorunları çözmek için, kutsiyetin vicdanlara hâkim olmasının ve nazarların kutsiyete çevrilmesinin zarureti vardır. Bu noktada, Risale-i Nurlar bu görevi en üst seviyede yapmaktadır.
Özetle; toplumsal çapta bir vicdan kültürü oluşturmak isteyenler Risale-i Nurlara dört elle sarılmalıdırlar.
**