A. Levent Ertekin’in HİÇBİŞEY Yayınlarında çıkan belgesel tarihi romanını okuyunca zihnime yüzlerce çağrışım üşüştü. Kendi kendime hayıflandım. Hazine sandığı üstünde oturan fukaralar gibiyiz. El âlemin kahramanlarını merak ettiğimiz kadar Anadolu’yu bize ebedi yurt yapan kendi mefahirimizi merak etmiyoruz. Merak edenleri tenzih ederim.
Âlem-i İslâm’ın son karakolu Anadolu’nun her şehrinin bir fâtihi vardır. Nasıl ki Anadolu’nun fatihi (1071) Alpaslan’dır, öyle de İzmir’in fatihi Gazi Umur Bey olduğu gibi bizim şehrimizin (Denizli’nin) de fatihi, Selçuklu komutanlarından, Alperen Server Gazi’dir. Osmanlıdan evvel bunlar, bizim için buraları yurt edinmişlerdir.
Kitabın önsözündeki “Olympos Dağı Çocukları” tabiri, kitabın içeriği ile isabetli ve hoş bir seçim olmuş. Zira, yabancı hayranı çağdaş Olymposluların miti, tarihi ve ecdadı inkâr üzerine müessestir. Bu durum, bir dönem maalesef bizim ülkemizde de moda halinde idi. Bu sebeple, naçizane, www. hicbisey.com sitesinde 23 Aralık 2021 tarihinde, “Çağdaş Olimposlular” adıyla eleştirel küçük bir yazı kaleme almıştım. O yazıda, yazarın “Hira Dağı Çocukları” dediği nesle ben, “Safa Tepeli Guraba” adını vermiştim. Muştu da bunların yolunda olanlar içindi: “Tûbâ-lil-ğuraba!”
Sıcak bir Ağustos günümü bu kitabı okumaya ayırdım. Malum, ağustos ayı bizim tarihimizde “zaferler ayı” olarak zikredilir. Nice Beyler, Alpler, Alperenler, Cengaverler, isimleri ve unvanları farklı olsa da hedef ve maksatları aynıdır: Anadolu’yu, ebedi İslâm yurdu yapmak. Maksat, sadece “kuru bir cihangirlik davası” değildir: İ’lâyı kelimetullah.
Moğol istilası zamanında, deniz ve deryadan uzak Birgi’de, Kur’an’dan Şûra ayetini okudukları vakitte dünyaya gelen Aydınoğlu Mehmet Bey’in oğluna, Melek Hoca lakaplı İzzettin Abdüllatif, Umur adını vermiştir. Umur-u hayriye: hayırlı işler demektir. İsmiyle müsemma olmak önemlidir. Umur da gelecekte “hayırlı işlerin” peşinde koşacak bir Bey olacaktır.
Kaderin sevkiyle ve Pîr-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi’nin, ocağında pişirdiği Alplere ve Alperenlere, “Deryaya! Deryaya!” demesiyle, yeni yurt Anadolu için işaret verilmiş, onlar da ırmak misali akmışlardır oraya. Hedefin büyüklüğü nispetinde himmet ve gayret de büyük olmalıdır. Bizim tarihimizde; her bir beyin yahut sultanın yanı başında her daim, duasını ve himmetini ondan esirgemeyen, onu ikaz eden ve ona yol gösteren mürşidi, hocası ve manevi fatihi yahut gönül sultanı olmuştur.
Kitapta, Melek Hoca’nın, “Dilin çözeceği düğüme kılıç vurmak, neticesi ağır bir sorumluluk ve vebaldir.” sözü, bugünkü devlet yöneticilerine ders verir niteliktedir. Bediüzzaman da bu manada, “dahilde kılıç çekilmez.” demiştir. Her şeyin yeri ve zamanı ayrıdır. Dün fetih için kılıç kullanılırdı bugün ise kalem ile kelam. Kur’an da “Sulh daha hayırlıdır.” (Nisa,128) diyerek, dikkatimizi barışa çekip, barışa davet etmektedir. Savaş, mücbir sebeptir. Aksi halde harp, bir vahşet ve bir cinayettir. Harbin bile bir hukuku vardır.
Delikanlılık çağında iki genç kardeş, Hızır ve Umur, babalarının yanında İzmir fethine katılmışlardır. Baba ve oğullarda sırr-ı teslimiyet hakimdir: “Vazife seferdir, galibiyet yahut mağlubiyet Allah’a (cc) aittir. Vazifemizi yaparız, Allah’ın vazifesine karışmayız.” Modern çağda modern insanının sırrını, hikmetini ve lüzumunu bir türlü anlamadığı şeydir sırrı teslimiyet. İzmir de işte bu sırrın ve teslimiyetin sonucunda fethedilmiştir. Kılıçla fethedilen yerlerin ebedi yurt olarak kalması başka şeylere de vabestedir. A. Levent Ertekin’in kitabı bu anlamda okuyucusuna, önemli mesajlar da vermektedir. Mehmet Bey İzmir’in fethinden sonra Birgi Sarayı’nda, Rum diyarını Anadolu yapacak ilim ve medeniyetle mamur etme ve taçlandırma faaliyetlerine girişmiş, sağ yanına kalemi sol yanına kılıcı almıştır. Zamanın iktizasına göre biri öncelikli olarak, ikisinin himmetiyle pervaz edeceklerdir. “Hikmete râm olmak” ve hikmetle hareket etmek gerekir.
O günkü töre gereği, Aydınoğlu Mehmet Bey, İzmir’i oğlu Umur Bey’e vermiştir.
Anadolu Selçukluları, Moğol istilası altında haraca bağlanmıştır. Validen daha çok Anadolu’nun kralı gibi hareket eden İlhanlı valisi Temurtaş Noyan, Türkmen beylerini ayağına çağırmış, kendine biat etmelerini, yıllık vergilerini getirmelerini istemiştir. Mehmet Bey, otağında diğer beyleriyle istişare yapmış, Umur Bey’i (ki yaşı 18 olmuştur) elçi olarak lalası Ehad Bey’le birlikte Temurtaş’a göndermiştir. Yıl:1327. Ay: Ağustos. Elçiye zeval olmaz. Temurtaş Noyan’a hediyeleri takdim eden Umur Bey’e, hediyeden sonra getirilen haraçları sorunca İzmir Bey’i, “Haraç küffardan alınır, siz Müslüman, biz Müslümanız. Bizden istediğiniz neyin haracı?” cevabını vermiştir. Hiç beklemediği bu cevaptan hoşlanan Noyan Temurtaş, onu ve sözlerini hoş karşılamış, onu, vereceği bir ziyafete davet etmiştir. İşte ilim ve hikmetle, basiret ve ferasetle hareket edildiğinde, kılıca müracaat etmeden sözle çözülemeyecek düğüm olmadığının bir ispatıdır bu olay. Kalemin, kelamın ve kılıcın kullanılacağı yeri iyi bilmek gerekir. Bugünkü devlet yöneticileri için fevkalade bir ders mahiyetindedir bu tarihi hadise. Bizim Yunus’un dediği gibi: “Söz ola kese savaşı / Söz ola bitire başı / Söz ola ağılı aşı / Bal ile ya ede bir söz.”
On sekizinde bir cengâver delikanlı fakat çelebi ruhlu Umur Bey, rüyalarını süsleyen Nebevi (as) müjdeye nail olabilmek için Bizans’ı fetih hareketine girişmiştir. Üstelik babasını haberi olmadan ve onun Bizans ile yaptığı Saldırmazlık Anlaşması varken. Fakat bir sebebi olmalıdır bu girişimin. Birgi’de babası Mehmet Bey’in otağında Bizans’a yaptığı seferin sebeplerini anlatır: “Uluğ Bey’im! Bizans’la saldırmazlık anlaşması yaptık ama orada keşişler ve şövalyeler Müslümanlara zulmederler. Onların çığlığını duymamazlık edemezdik.” Umur Bey davasında haklıdır fakat babası Uluğ Mehmet Bey ona, “Umur Bey’im, istişare sünnettir. Sen yine de her seferinde istişareni eksik etme.” diyerek hak ve hakikat yolundan ayrılmamasını tembihlemiştir. Hakperestlik işte budur: düşman bile olsa haktan ayrılmamak. Düşman hakkında böyle olursa, kendi ülkesinde kendi insanına düşmanca muamele yapan yöneticiler bundan ders almalıdır.
Gayret ve himmet hedefin büyüklüğü ile mebsûten mütenasiptir yani doğru orantılıdır. Bir insanı fethetmek ile bir şehri fethetmek aynı şeyler değildir. Birinde kelam ve kalem, diğerinde kılıç iş görür. Umur Bey, can ve mal emniyeti için Sen Pier Kalesi’ni fethetmek ister. Esbaba teşebbüsün fiili dua olduğunu da bilir. Bunun idrakinde olan Umur Bey, küçük bir donanma için Kızılçullu Deresi’nde ilk tersanesini kurmuştur. Sefine-i Nuh misali, insanları zalimlerin elinden kurtaracak, sahil-i selamete eriştirecektir. Her insan yetiştiği devrin çocuğudur. Umur Bey de “Fetih çağının” çocuğu olması hasebiyle öyle davranması gayet doğaldır. Hatta o çağa göre elzemdir, denebilir. Kuşatmadan önce istişaresini yapmış, Fetih suresini okumuş, “Vira Bismillah” diyerek kadırgasını suya indirmiştir. Yani önce fiili dua ardından kavli dua. Kaleye, teslim olmaları için elçilerini göndermiş, ancak ret cevabı alınca cenk kaçınılmaz olmuştur. İki sene süren kuşatmanın neticesinde, bir ikindi vakti Sen Pier Kalesi teslim olmuştur. Babası Uluğ Bey’e, diğer beylere, alem-i İslâm’ın diğer beldelerine bu zaferin muştu ve habercisi olan Gazavatnameler -dua niyetiyle- gönderilmiş, zaferin, Allah’ın (cc) yardımıyla olduğu beyan edilmiştir. Asıl hedef: Konstantiniyye’dir.
Zaferden sonra babası Uluğ Mehmet Bey, otağında, oğlu Umur Bey’e tıpkı Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e yaptığı gibi nasihatte bulunmuş adeta vasiyetini söylemiştir. Hak ve hakikat yolcuları, yaşadıkları zaman dilimi farklı da olsa hep aynı şeyleri dile getirmişlerdir. Öncelik Allah’ın (cc) emri, mülkün temeli ve devletin dini olan adalettir. Sonra ilim, irfan, şefkat, merhamet, rahmetin davetçisi birlik ve beraberlik gelir. Bunlar olmadan Bey de Beylik de Devletli de olunmaz. Toplumların ve devletlerin yozlaşması, ardından bozulması ve nihayetinde tarihten silinmesi de yine başta adaletin zulme dönüşmesi ve peşinden diğerlerinin devlet ve toplum hayatında çekilip gitmesiyle olmuştur. Ama bozulmaya öncülük eden iki sınıfı özellikle zikredelim: Ümera ve ulema. Yani yöneticiler ve ilim sahipleri. A. Levent Ertekin’in Gazi Umur Bey kitabı, üstü kapalı da olsa bu hakikati satır aralarında bize bir kez daha hatırlatmaktadır.
Aydınoğlu Mehmet Bey, bey de olsa her insan gibi ölümlüdür. Bir av partisinde attan düşmüş, yaralanmış ve emr-i hak gelince de Sonsuzluk Yurdu’na kanat açıp hicret etmiştir. Töre gereği yeni Uluğ Bey seçilmesi gerekecektir. Başsız gövde olmaz. Umur Bey, 25 yaşına gelmiştir. Uluğ Bey seçimi için istişare meclisi toplanmış, amcaları, kardeşleri, yoldaşları hep birlikte Umur Bey’i yeni Uluğ beyliğe layık görmüş ve seçmişlerdir. Yeni Uluğ Bey Umur da tıpkı babası Mehmet Bey gibi ilim ve irfan meclisinin manevi gıdasıyla beslenmiştir. Özellikle Hz. Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi, Umur Bey’e yolunu aydınlatan, “iman, ibadet, niyet ve haramlardan sakınma” konusunda nasihatlerde bulunmuş, teberrüken, Hz. Mevlana’nın hediyesi bir asayı ve yine Hz. Mevlana’nın giydiği cübbelerden birini vermiştir.
Umur Bey’in daha o devirde gemileri karadan yürütmek düşüncesi ve bu düşünceyi eyleme dönüştürmesi de onun, azami derecede cehd ve gayretinin bir ifadesi olarak tarihe geçen bir olaydır.
Son söz, A. Levent Ertekin’in Gazi Umur Bey kitabı, basit bir belgesel tarihi roman değildir. Sıradan bir tarih, tarihi şahsiyet yahut komutan anlatısının ötesinde, milletimizin tarihi, kökleri, karakterleri hakkında da önemli mesajlar vermektedir: ecdadını ve tarihini tanı! Fetih çağını ve o çağın insanını anlatır bize. İdealleriyle karakterleriyle… Fetih ruhunu, fetih anlayışını, fetih düşüncesini, fetih duygusunu 39 yaşında şehit olan Umur Bey üzerinden tablolar halinde nakleder. Kimine ibret olacak, kimine ders alacak tablolar… Özellikle ümera/yönetici konumundaki şahısların okumaları gereken hacmi küçük fakat muhteviyatı büyük bir kitaptır. Fatih olmak için ya bir şehir yahut bir insan kalbi fethetmek gerekir. Fetih yapmak için de maddi ve manevi donanıma sahip olmak... Gazi Umur Bey, gerçek bir fatih olarak tarihteki yerini almıştır. Binler rahmet duasıyla ruhu şad olsun diyelim. Ortak mefahirimiz olan bu fatihi bize tanıtan A. Levent Ertekin’e de tebrikle beraber binler teşekkürler. Eline ve emeğine sağlık.
**