Barışa ve huzura muhtaç dünyamızda, kanaatimce, tek başına Nobel Barış Ödülüne layık olabilecek hakikatli söz şudur: “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.” (Bediüzzaman) Diktatörlüğün fenalığını, hürriyetin önemini ve değerini böylesine özlü bir anlatımla ifade eden bir başka söze rastlamadım desem abartmış olmam. Böyle bir sözü ancak diktatörlüğü reddeden hürriyet kahramanları söyleyebilir. Bediüzzaman, Gandi, Mandela bu kahramanlardan yalnızca üçüdür. Bilhassa Mandela’nın ülkesi Güney Afrika, İsrail’i, Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırımdan yargılatarak hürriyet taraftarı olduğunu dünya âleme ilan etmiştir. Ne kadar isterdim, bu girişimi, benim ülkemin öncülüğünde, inancının gereği olarak İslâm dünyası yapabilseydi.
Münazarat isimli eserinde, “Efkârı teşviş eden, hürriyet ve meşrutiyeti (bugünkü demokrasi) takdir etmeyen kimlerdir?” sorusuna Bediüzzaman’ın cevabı hayli dikkat çekicidir. “CEHALET ağanın, İNAT efendinin, GARAZ beyin, İNTİKAM paşanın, TAKLİT hazretlerinin, mösyö GEVEZELİĞİN taht-ı riyasetlerinde, insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir.” Yine aynı eserde, “Evet, bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.” der.
Cehalet; Latince “zehir” anlamına gelen bir virüstür ki, milletin maddi-manevi bünyesindeki savunma sistemini çökertir, dahili ve harici düşmanlara karşı korumasız hale getirir. Cehalet, inat, garaz, intikam, taklit, gevezelik hepsi de zararlı, olumsuz virüs mesabesinde hem şahsi hem toplum hayatımıza yansımaları da olumsuz olmakta, yönetim anlamında despotizme kapı aralamakta ve zemin hazırlamaktadır.
Kitabını, “Hâlâ vakit varken iyilik yapmayı öğrenelim. Şerefimizin, erdemimizin aşkına ya da amellerimizin mutlak şahidi ve hatalarımızın adil yargıcı ulu Tanrı’nın sevgisi ve methi adına gözlerimizi cennete çevirelim. Cömert ve lütufkâr bir Tanrı’ya, tiranlık kadar karşıt bir şey yoktur.” sözleriyle bitiren Fransız yazar Etienne de La Boetie, Gönüllü Kölelik Üzerine Söylev’inde, bugün bile güncelliğini koruyan ve şaşırtıcı benzerlikler arz eden, toplumun hürriyeti tercih etmeyip despotizme neden rıza gösterdiği meselesinin izlerini sürer. Eserde, despotizmin hakiki manada gücünün olmadığı, toplumsal rızanın geri çekilmesi halinde despotizmin kendiliğinden sahneden çekileceğini söyler. “Despotluğa gösterilen rıza, anlaşılmaz ve dehşet vericidir.” diyen yazar, bu dehşet verici kitlesel rızanın sebeplerini nazara vererek bizleri, diktatörlerin aldatıcı tuzaklarına karşı ikaz eder, toplumsal rızanın diğer sebeplerini tarihten örneklere vererek ana hatlarıyla anlatır:
“Gönüllü köleliğe alışmanın ilk adımı alışmadır. Alışkanlıkların üzerimizdeki tesiri çok daha güçlüdür. Ne kadar iyi olursa olsun fıtri yetenekler teşvik edilmedikleri (ya da baskı altına alındıkları) takdirde yok olurlar.
Rıza oluşturmanın bir başka yolu, ideolojik aldatmadır.
Bu yöntemlerden biri toplumu sersemletici kitlesel eğlencedir.
Zaman zaman diktatörler kendilerine kutsallık atfetmişlerdir.
Diktatörler halkın rızasını sağlamak için bir araç daha kullanır: Maddi çıkarlar ile insanları satın alırlar.
Bir başka araç da diktatörün imkanlarından cömertçe ve sürekli kayırılan imtiyazlı sınıf oluştururlar.
Toplumsal rızanın, ‘toplum mühendisliği’ sonucunda entelektüel savunucular tarafından propaganda ile oluşturulduğu” vurgulanmaktadır.
“Diktatörlük karşıtlarının temel görevi eğitimdir.” diyen yazar bu noktada dikkat çekici bir öneride bulunur: “Eğitimin amacı, diktatörün başarısızlıklarına dikkat çekmek değil; toplumda, zorbalığının işleyişi ve doğası hakkına kapsamlı bir farkındalık yaratmaktır.” Evet, veciz bir ifade ile “Zulme rıza zulümdür.” diyerek rızanın da zulmün kendisi olduğunu beyan eden Bediüzzaman’ın haklı ve hakikatli sözünü adeta şerh ve izah eden yazar, 16. yüzyıldan seslenerek günümüzde de tekrar yaşanabilecek böyle bir olumsuz duruma karşı bizlere uyanık ve basiretli olmamız gerektiğini söylemektedir.
Bediüzzaman’ın eski dönem eserlerindeki Nutuk kısmında hem bireysel hem toplumsal hayatımız için hürriyetin ne kadar kıymettar ve vazgeçilmez olduğunu, hürriyetin nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiğini, yanlış yaptığımızda ne tür olumsuzluklar yaşayacağımızın dersini vermektedir. La Boetie de kitabında despotizmin mahiyetini, karakterini, rızanın oluşma sebeplerini tarihi örnekleriyle anlatarak despotik tuzaklara karşı uyarmaktadır.
Sözün özü; ekmeği önemsediğimiz kadar hürriyete değer verip önemsemez isek bir müddet sonra hürriyetten olduğumuz gibi ekmekten de olabiliriz.
**