‘Coğrafya Kader (Mi?) Dir

Raşit Duran

Serlevhadaki söz, Cemil Meriç’in “Doğu’nun en orijinal mütefekkiri.” ve “Müslüman Doğu’nun yetiştirdiği tek büyük düşünürdür.” dediği İbn Haldun’a aittir. Hem “İbn Haldun, tarihi, ideolojiden temizlemiştir. Ona göre içtimai hadiselerde tesadüf yoktur. İnsanı, muayyen bir coğrafya içinde ele almıştır.” der.

Evet, İbn Haldun gibi Doğu’nun büyük bir mütefekkiri bu sözü söylerken, elbette, “manen terakki etmeyen avamın” anladığı tarzda, “ye’sin ve hüznün ilacıdır.” telakkisinden farklı olarak, atalete sebep olmayan kader ve cüz’i ihtiyari meselesini gayet iyi biliyordu. Bir insanın hangi coğrafi bölgede doğacağı, ana-babasının kim olacağı gibi konular kaderi- ilahi dahilindedir. Bu meselede kişinin herhangi bir dahli yahut müdahalesi söz konusu değildir. Yukarıdaki hakikatli söz, bu gerçeği ifade sadedinde söylenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Fakat doğup yaşadığı coğrafyayı imar ve ihya etmek yahut oradan hicret etmek ya da etmemek insanların iradesi dahilindedir.

Her ne kadar “Coğrafya kaderdir.” ifadesi bir hakikati ifade etse de yaşadığı coğrafyanın ve çağın kışını bahara çeviren, bahtını ve talihini değiştiren insanlar vardır. Toplumsal zeminde kışı yaşayan ülkesine bahar esintileri, umut muştuları sunan insanlar… Mesela, Anadolu’nun içtimai zemininde Bediüzzaman, Hint kıtasında Gandi, Güney Afrika’da Mandela bunlardan sadece birkaçıdır. Hem mesela, Anadolu’nun, toplumsal anlamda kışı yaşadığı vakti kastederek, “Acele ettim kışta geldim.” diyen Bediüzzaman; sözün aksine, hayatıyla, yaşadığı çağa bahar muştuları sunmuş, devamında da “Siz, cennet asa bir baharda geleceksiniz.” müjdesini vererek yine bir bahar mevsiminde, muştuladığı baharı göremeden, vazife-i hayattan terhis tezkeresini alarak Sonsuzluk Yurdu’na kanat açmıştır.

Bediüzzaman’ın kışta gelip, içtimai kışı yaşarken, mevsime takılmayıp, Anadolu’ya içtimai baharları hazırladığı ve muştuladığı mevsimi şimdilerde biz, bahar zemini olarak bizzat yaşıyor ve görüyoruz.

Demek; “Coğrafya kaderdir.” deyip eli-kolu bağlı oturmak, kader meselesine ya Cebriyye veya Mutezile penceresinden yaklaşmak demektir. Bediüzzaman, Yirmi Altıncı Sözde (Kader Risalesi) kader ve cüz’i ihtiyari meselesini avamın bile anlayacağı tarzda şerh ve izah etmiştir. “Kader, nefsi fahir ve gururdan” ve keza “cüz-i ihtiyari de adem-i mesuliyetten kurtarmak içindir.” der.

Bir meselenin nazarisi de pratiği de doğru olmalıdır ki neticesi de doğru olsun. Aksi halde, eğri cetvelle doğru çizgi çizmeye çalışmak gibi bir abesle iştigal olunur.

İbn Haldun’un serlevhadaki sözünü de Bediüzzaman’ın izah ettiği şekilde anlayarak, insanın iktidar ve ihtiyarına taalluk eden meselelerde gayret ve himmet etmesi lazımdır. Yoksa, “Ne yapalım, kaderimizmiş.” deyip faturayı kadere kesmekle, akıl ve irade sahibi insana haksızlık, ona bu nimetleri veren Münim-i Hakiki’ye nankörlük etmiş oluruz. Dünyadaki coğrafi bölgelere, iktisadi ve içtimai vaziyetlere bir de bu pencereden bakmak zorundayız.

“Asya’nın bahtının miftahı, meşveret ve şûrâdır.’’ (Bediüzzaman) Bu miftah kullanılmadığı müddetçe genelde Asya kıtasının özelde İslam dünyasının bahtı, hep başkalarının insaf ve vicdanına mahkumdur.

**

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.