“Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap vardır.”
(Hadis)
Bin dört yüz küsur sene evvelinden Nebevî (as) beyanın işaret ettiği “ittifak ve ittihat” hakikatine bizim dünyamızın herkesten ziyade daha çok ve şiddetle ihtiyacı vardır. Zira ihtiyaç, “eksikliğini hissettiğimiz şeydir.” Ne var ki, ABD, Avrupa, Rusya, Çin, Hindistan… gibi ülkeler bile iktisadi ve içtimai ittifaklar kurabilmişken, yüzlerce “birleri ve birbirleri” olan İslâm dünyasının bunu bir türlü becerememiş olması acı ama gerçektir. Bu ittifak ve ittihat, sadece iktisadi anlamda değil; hayatın her cihetine şamil olacak bir ittifaktır. Yaşadığımız asır; pek çok menfi cereyanların komitelerin, ittifakların ve organizasyonların eliyle yapıldığı bir çağdır. Finans ve medya gücünü elinde tutan şer ittifaklarının taarruzlarına karşı, fertlerin tek başına karşı koyabilmesi mümkün değildir. Vakti çoktan gelmiş, hatta geçmek üzere olan ittifak ve ittihadın, bütün engellemelere rağmen hayata geçirilmesi elzemdir. Fakat bu hakikatin öncelikle kendi ülkemiz, sonra da bölgemiz içinde tecessüm etmiş/ete kemiğe bürünmüş olması iktiza eder. Çünkü, “gayrıya himmet edebilmek” için kendimizin “himmete muhtaç dede” olmaktan çıkmış olmamız gerekir.
Malum; Birleşmiş Milletler (BM) 24 Ekim 1945’te kurulmuş; amacı, dünya barışı ve güvenliğini korumak, uluslararası ekonomik, sosyal ve kültürel iş birliğini temin ve tesis etmektir. BM’nin 80’inci kuruluş yıl dönümü vesilesiyle, Türkiye ile BM ilişkilerinin tartışıldığı ve Ankara’da düzenlenen bir panelde açılış konuşmasını yapan BM Mukim Koordinatörü Babatunde Ahonsi, “Hiçbirimiz tek başımıza ayakta duramayız” diyerek BM üyelerine “birlikte hareket edilmesi” gerektiğini söylemiştir. (Basın)
Harb-i Umumi’yi (1. Dünya Savaşı) görmüş; padişahlık, saltanat, meşrutiyet, cumhuriyet devirlerini yaşamış, istibdat döneminde bile, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyerek hürriyetten yana tavrını koymuş bir insan olarak, hürriyet ve ittifaklar yüzyılına bir asır önceden işaret eden Bediüzzaman Hazretleri, “Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harika da olsalar, cemaatın şahs-ı mânevîsinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir.” demiştir. (Emirdağ L.) Şu anda bu günleri bu vakitleri yaşıyoruz. Cemaat ya da cemiyet yahut camia… adına ne derseniz deyin elbette ve sadece dini olanları kastetmiyoruz. Sivil oluşum ve toplulukların tamamı “ittifak” kavramı içinde değerlendirebilir. Zira, netice itibariyle bu sivil oluşumlar, ittifakla veya ittihatla bir araya gelmişlerdir.
“Mevcudiyetinizi ittihadla gösteriniz ve hamiyet-i diniye-i millî ile fikir ve vicdan-ı şahsiyenizi milletin kalb ve akl-ı müştereki gibi gösteriniz. Yoksa, sıfır çekecek ve şahadetnâme-i hürriyeti elinize vermeyecektir.” (D. H. Örfi) Demek, mevcudiyetin / var olmanın ve hürriyetin devamı, bu asırda ittihat ve ittifaka vabestedir/bağlıdır. Hatalar tekerrür ederse tarih de tekerrür edermiş.
Bazen bir haber ve bir olay, bir hakikatin tahakkukuna vesile olur.
Mesela, Bediüzzaman Hazretleri, Van’da Tahir Paşa’nın konağında misafir olarak kalırken bir gazetede, İngiliz Müstemleke/Sömürgeler Nazırı/Bakanı Gladstone’nun, parlamentoda elinde Kur'an, “Müslümanlarının elinde kaldıkça İngilizler hiçbir zaman onlara hâkim olamayacaklardır. Ne yapıp edip ya Kur'anı ortadan kaldırmalı ve yahut Müslümanları Kur'an'dan uzaklaştırmalıyız.” dediği haberini okumuştur. Bu haber, Anadolu’da iman hizmetinin başlamasına vesile olmuştur.
Mesela, Gandhi Durban'dan Pretoria'ya giderken, elinde birinci sınıf bileti varken, beyaz bir adam birinci mevki vagonda bulunmasına itiraz etmiş, üçüncü mevki kompartımana geçmesi emredilmiştir. Gandhi emre uymayı reddettiği için bir istasyonda trenden atılmış; bu olay da Hindistan’ın hürriyet ve bağımsızlık hareketinin başlamasına vesile olmuştur.
Şimdi ise, ittifak ve ittihadımızı mecburi kılan yüzlerce olay yaşayıp dururken, hâlâ bunu tahakkuk ettiremiyor olmamız ne acıdır.
“His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz?”(Mehmet Akif)
**