Risale-i Nurlarda; doğal çevreyle birlikte hem bireysel hem toplumsal hayatımızı yakından ilgilendiren sorunlarla ilgili o kadar çok orjinal tespitler ve kavramlar var ki. Bunlardan birkaçı bile siyasi, iktisadi ve toplum hayatına hâkim olsa, sulh u salâh ı felâhımıza yeter. Küçük bir misal verelim: mesela, inancımızla taban tabana zıt olan kizb yani yalan, nasuh tövbesi misillü bir daha dönmemek üzere terk edilse, yalanın sair kötülüklere ve fenalıklara açılan kapısı kapanmış olur. Bütün mesele; yalanı terk ile sıdkı / doğruluğu, Yunus misali “ete kemiğe büründürebilmek” ve hayat düsturu haline getirebilmek.
İki Kudret harikası ve mucizesi cihazımız var: Biri kalbin tercümanı dilimiz, söylem ve sözle duygu ve düşüncelerimizi ifade ederken; diğeri eylem ve fiillerimizi temsil eden elimizdir. Emin insan; dilinden yalan, iftira ve gıybetin çıkmadığı, elinden kötülüğün gelmediği insan olup, bu insanların yaşadığı belde emin beldedir. Şimdilerde emin insana ve emin beldeye ekmek, su ve hava kadar muhtacız.
“Merak ilmin hocasıdır.” fehvasınca, kanaatimce meraka mucip kavramlardan birisi de Bediüzzaman’ın “Beşerin bulaşık eli” ifadesidir. “Ve ism-i Kuddüs’ün cilve-i a’zamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor. İşte hakaik-ı Kur’âniyeden ve desâtir-i İslâmiyeden olan adalet, iktisad, nezafet hayat-ı beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla.” (Lemalar) Evet, varlık âleminde gerçek anlamda çirkinlik ve kirlilik göremeyiz, çünkü yoktur. Fakat derdimiz el-ayak temizliğinden çok ötedir. Burada acı ve acıtıcı bir hakikati beyan etmem gerekiyor. Suya ve sabuna dokunduğumuzdan konumuz beden temizliği değildir. Toplumun manevi bünyesini teşkil eden siyasi, iktisadi ve içtimai alanlarda beşerin eli gibi dili de kirlenmiştir, desem, herhalde abartmış olmam. Doğal olarak beşerin bulaşık eli ve kirli dili neye temas etse orayı kirletiyor. Bugün şikâyet ettiğimiz iklim krizi, ekolojik dengenin bozulması, toprağın, suyun ve havanın kirlenmesi konuları da yine beşerin bulaşık elinin neticesidir. Maalesef ellerimiz doğal ortamı, dillerimiz de sosyal ortamı kirletmektedir. Adına bütçe ayırdığımız, kampanyalar yürüttüğümüz temiz birey, temiz toplum, temiz doğal ortamlar için elimizin ve dilimizin temiz olması öncelikli konudur. Mesela, sivrisinekleri itlafa sarf ettiğimiz himmet ve gayreti bataklığın kurutulması için sarf etsek, daha kolay, daha etkili, daha az masraflı bir iş yapmış olmaz mıyız?
Bediüzzaman’ın menfi esaslar üzerine tesis edilen medeniyeti izah ederken, bu medeniyetin sonuçta insanın “mesh-i manevisine” sebep olduğunu ifade etmiştir. Aynen öyle de “bulaşık ellerin” ve “kirli dillerin” sebep olduğu sosyolojik ve psikolojik ortamlar; tabiidir ki, insanın başkalaşmasına, insanlıktan çıkıp -bağışlayın-, “canavarlaşmasına” sebebiyet verdiği apaçık ortadadır. Çünkü bu ortamda yaşıyor, bu ortamın havasını soluyoruz.
Bireyi ve toplumu ikaz edecek, gaflet uykusunda uyandıracak, üzerindeki ölü toprağını silkeleyecek, ülfet perdesini yırtacak uyarılara hepimizin ihtiyacı vardır. Zira, böylesi ortamda yapılması gereken Nebevî (as) beyanda sıralanmıştır: El, dil, kalp ile buğz. Ümera/yönetici ve ulema/bilginlerden tutun, yetki ve etkiye, konuma, makam ve mevkie, ilim, irfan ve kültür seviyesine göre yapması ve yapılması gerekenler…
Fakat evvelâ Mecelle’nin, “def-i mazarrat celb-i menafiden evladır.” kaidesince, “beşerin bulaşık eline” sebebiyet veren, bireyi ve toplumu menfi/olumsuz anlamda başkalaştıran hususların bilinmesi ve bunların giderilmesi öncelikli konudur. Askerlik yapanlar bilirler: “Önce emniyet sonra hareket.” düsturu bu meslekte esastır. Bediüzzaman bütün mesaisini iman noktasına teksif etmiş yani yoğunlaştırmış; davası, “milletin imanını selamette görme” uğruna, ömrünün otuz yılını memleket hapishanelerinde, mahkeme salonlarında geçirmiş, türlü türlü eza ve cefalara maruz kalmıştır. Çünkü kurt gövdeye girmiş olduğundan millet, “zaaf-ı diyanet” hastalığına yakalanmıştır. Sadırların / sine-i milletin, hâzık / konusunda tam ehil / uzman bir hekim tarafından cerrahi bir operasyona ihtiyacı vardır. İşte, ellerde ve dillerde, kalp ve kafalarda, ruhlarda ve gönüllerde bu cerrahi operasyonu yapan çağımızın hekimi de Bediüzzaman ve telif ettiği Risale-i Nurlar olmuştur. Hastalığımıza uygun reçeteyle birlikte elimize aldanmamak ve aldatmamak, şaşırmamak ve tuzağa düşmemek için sağlam düsturlar vermiştir.
Yazımızı; şarkiyatçı ve Mevlânâ hayranı ve İslâm dostu Prof. Dr. Annemarie Schimmel’in sözü ile bitirelim: “Said Nursî’nin eserleri birer harika. Avrupa’yı aydınlatacaktır. O çağın Mevlânâ’sı ve müceddididir.” Evet, dünya, Bediüzzaman ve Risale-i Nurlara muhtaçtır.
**