Nesil farklılıklarının toplumsal hayatımıza yansımasının “Kuşak Çatışması” olarak isimlendirilmesine taraftar değilim. Evet, söylem ve eylem olarak ciddi anlamda nesil farklılığının olduğu aşikardır ve gerçektir. Fakat kanaatimce ortada çatışma da kavga da yoktur. Hem “çatışma” kelimesi, içinde pek çok olumsuz çağrışımları da barındırmakla, vakıayı açıklamakta hem kifayetsiz hem de diyalog ve iletişimi negatif etkilemektedir. Kuşakların kendi yetiştikleri dönemin hususiyetlerini taşıması ve yansıtması doğaldır. Hz. Ali’nin (ra) şöyle dediği rivayet edilir: “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştiriniz.” Şu hakikatli söz, pedagojinin ismi bile telaffuz edilmezken söylenmiş, alkışlanacak post-modern bir sözdür. Kökleri mazinin derinliklerinde olan, zamanın ruhunu okuyan, asrın idrakini kavrayan donanımlı bir nesl-i ati yahut nesl-i cedid yetiştirmek… Dün yapılmış, bugün olması da mümkündür.
“Ben” Kuşağı’nın elbette kendinden önceki kuşaklara kıyasla eleştirilecek pek çok yanları ve yönleri vardır. “Yalnızca kendine ve kendi memnuniyetine odaklanması fikrinin aşılandığını” söyleyen, “Ben” Nesli kitabının yazarı Jean M. Twenge, “1982 ve sonrasında doğan, fedakâr olmaktan, diğerlerini düşünmekten uzak Milenyumcular, tarihteki en narsist nesildir.” diyor. Narsisizm ise psikologların olumsuz olarak kabul ettikleri kötü bir kişilik özelliğidir. Aynı yazar, “Yaşayacağınız kültürü, doğdunuz zaman belirler. Doğduğunuz dönem karakterinizi, içinde yetiştiğiniz aileden daha çok etkiliyor.” diyerek, zaman kavramına dikkatlerimizi çekiyor. Bediüzzaman bunu, “Her bir zamanın bir hükmü vardır.” diyerek ifade ediyor.
Popüler kültür, görsel, işitsel ve kitlesel medyanın hükümferma olduğu; duygu ve düşünce ve eğilimleri hâkim akımların belirlediği bir zaman diliminde yetişen ve bu zamanın boyasıyla boyalanmış “arafta” bir nesil olmak zordur. Mesela ben, Patlama Nesli’nin (1946-1964) çocuğuyum ve -kısmen akıllı- cep telefonuna sahip olduğumda yaşım neredeyse kırka gelmişti. Şimdikiler kırkı çıkınca tanışıyor onunla. Elbette benim çocukluğum ile bugünkü çocukların arasında Everest kadar fark vardır ve olması da doğaldır. Fakat bu farklılığı “çatışma” olarak tesmiye etmek ve bu nesli, öncekilerle çatışıyor göstermek haksızlık olur diye düşünüyorum.
Eleştirmek kolaydır. Yapılacak şey; onları kıyasıya eleştirmeden evvel, her nesilde geçerliliğini koruyan, değişmeyen ve eskimeyen, her dem tazeliğini muhafaza eden hakikatlere dikkatlerini çekmek, varsa, kötü kişilik özelliklerini iyi kişilik özellikleriyle değiştirmektir. Vücut midesini ihmal etmediğimiz neslimizin, tabir caizse kalp, akıl, ruh ve vicdan midelerini ihmal etmemektir. Hepimizi etkisi altına alan ve egoları şişiren “Enaniyet Asrı”nın Kur’an tefsiri Risale-i Nur’lar bunun için emsalsiz ve bulunmaz bir hazinedir. Mesela, “Ben”in hakiki mahiyetini ve neticesini bilecek olan “Ben Nesli”, “Ene ve Zerre Risalesi”ni okumuş ve anlamış olsa, inanın, bize garip gelen tutum ve davranışlarını olumlu yönde değiştirecektir. “Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana "ene" namında öyle bir miftah vermiş ki; âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-ı Kâinat'ın künuz-u mahfiyesini onun ile keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlak bir muamma ve açılması müşkil bir tılsımdır.” (Bediüzzaman)
Hem “BEN NESLİ”ni hem bu neslin bize tuhaf gelen söylem ve eylemlerini daha iyi analiz etmek ve anlamak için “BEN” Nesli vaktinde “ENE”yi okumak, mütalaa ve müzakere etmek eleştirmekten daha hayırlı bir iştir. Her derdin devası vardır. Yeter ki aransın ve araştırılsın. Arayan bulur, bulanlar da arayanlardır.
Söylemleri mihenge vurduğumuz gibi eylemleri de mihenge vurmalıyız. Mihenk de yanı başımızda, elimizin altındadır: Risale-i Nurlar.
*