Ayna Olmak ya da Gölge Etmemek

Raşit Duran

Bir hak dostu ne güzel demiş:

"Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kâim,
Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür dâim."

(Aziz Mahmud Hüdâyi)

Şu hakikatli söze göre hem âlem hem insan bir aynadır. Mümin insan; hak ve hakikatin eylem ve söylem olarak tecessüm etmiş mir’atıdır / aynasıdır. Ve öyle de olmalıdır. Bu aynanın yansıttığı nispette insanlar hak ve hakikate tabi ve müşteri olurlar. Bu anlamda en büyük, en sahici, en gerçekçi ayna, Resul-i Ekrem Aleyhissalat-u Vesselâm Efendimiz’dir. Öyle bir ayna ki, Abdullah İbn Selam daha görür görmez, “Vallahi bu yüzün sahibi yalan söylemez!” demiş, mir’atı Nebevî’de (as) hakkı ve hakikati görmüş, hemen teslim olmuştur.

Derdimiz budur: Hak ve hakikate ayna olmak yahut ayna tutmak. Veya ayna olamıyorsak hiç değilse gölge yahut perde olmamak. Zira şu görev; haktan ziyade gücün ve kuvvetin hâkim olduğu, iman zaafıyla malul, inkâr ve fitne-fesat komitelerinin gençlere ve aileye, süfli duygu - düşünce ve hayat tarzını aşılamak suretiyle yutmaya çalıştığı şu günümüzde çok ehemmiyetlidir. “Kur’an ayine ister, vekil istemez.” (Bediüzzaman) Evet, bizim vekile değil, aynaya ihtiyacımız vardır. Zira, Mümin insanın vekili de velisi de Allah’tır (cc). Risale-i Nurlar da hakaik-i imaniye ve kemalât-ı İslamîyenin ve Kur’an’ın bir aynasıdır. Aynaların görevi, bizi düzeltmek değildir. Biz aynaya bakarak eylem ve söylem planında eksik gediğimiz varsa kendimize çeki-düzen veririz. Şayet yansıtma özelliğini yitirmemiş ise en güzel yansıtıcılar, aynalardır.

Bu mesele hem kendi dünyamız ve toplumumuz hem dış dünya ve harici toplumlar için o kadar önemlidir ki. Bu anlamda Bediüzzaman, “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler.” demiştir.

Hem hepimiz biliyoruz ki, insani ilişkilerde ve insanlarla iletişim kurmakta beden dili dediğimiz lisan-ı halin etki oranı yüzde 55’tir. Beden dili, bir başka anlamda bizi ve inancımızı yansıtan aynadır. Yine biliyoruz ki, insanlar, “ne dediğimize” değil, “nasıl dediğimize” bakarlar. Yani âyinedarlığımıza nazar ederler.

Ziya Paşa demiş:

“Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”

Yapılan işin ve ortaya konulan eserin insanın akıl mertebesinin aynası olduğunu söylemiş; insana bir ayna tutmuştur. İç dünyamızı ve ruh halimizi dışa yansıtan fıtri/doğal aynalarımız vardır. Mesela yaşaran gözler şefkat ve merhametin; kızaran yüzler utanmanın, mahcubiyetin aynasıdır.

Gölge etmemek; ayna olabilmeye eşdeğer kıymette değilse bile önemli bir husustur.

“Gölge etme başka ihsan istemem.” sözünü duymayan yoktur. Sözün hikâyesine gelince: Bir sefer esnasında Büyük İskender, şöhretini duyduğu, sokakta yatmış güneşlenmekte olan filozof Diyojen’i ziyaret etmiş, başucunda, ayakta olduğu halde kendisini tanıtarak bir isteğinin olup olmadığını sorunca, yukarıdaki meşhur sözü söylemiştir. Bunun üzerine, rivayete göre Kral adamlarına, "Eğer İskender olmasaydım, Diyojen olurdum." demiştir.

Özetle hem hak dostlarının hakikatli hem filozofların hikmetli sözü bize aynı şeyi söylüyor: “Bir gölge kadar bile değeri olmayan dünya krallığı ya da dünya saltanatı uğruna hak ve hakikat güneşine gölge olma, ayna ol!”

**

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.